SIKINTININ BEDELİ
Muhterem Kardeşlerim…
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bir Müslüman olarak, Ehl-i Sünnet itikadını yaymak, Allahü Teâlâ’nın dinine hizmet etmek çok kıymetlidir. Bu, Peygamberlik vazifesidir. Peygamberlik vazifesi yanında evliyalık, deryada bir damla bile değildir. Evliyalık da iki türlüdür: Bir kısmı nefsî, nefsî der. Bir kısmı da Ümmetî, Ümmetî der. Yani bir kısmı, “Kurtar beni yâ Rabbi, şu makamı ver, şu dereceyi ihsan eyle” der. Diğer kısmı da, “Yâ Rabbi, bedenimi o kadar büyük yap ki, benim vücudum Cehennemi doldursun, benden başka hiçbir mümin yanmasın, ben onların hepsine feda olayım” der.
Bu hizmetleri yaparken, çok sıkıntı, çok çile çekilir, belki bazı hakaretlere de uğrarız, evimizden, yurdumuzdan ayrı kalırız; ama unutmayalım ki, bu çektiğimiz sıkıntılar Eshab-ı Kiramın çektiği sıkıntıların yanında deryada damla olmaz; çünkü onlar yurtlarından kovuldular. Habeşistan’a gitmek kolay mı? O sahra nasıl geçilir? Kadın, çoluk çocuk... Çöl bu, kolay değil. Beş vakit namazlarını kılacaklar, yürüyecekler, çok zor. İki defa Habeşistan’a gidenler var. Canlarını değil, dinlerini korumak için gittiler. Bir kere vedalaştılar, bir daha geri dönmediler. Dünyanın her tarafında, Türkistan’dan Afganistan’a, Tunus’a, Cezayir’e kadar, her yerde Eshab-ı Kiram kabirleri var, Anadolu’da, nerede yok ki? Nedir bu? İlâ-yi Kelimetullah [Allahü Teâlâ’nın dinini yaymak] için evini terk edip bir daha geri dönmemek üzere, Allah’a giden yolda buluşmak...
Bir seferinde, Eshab-ı Kiram, Peygamber Efendimize dediler ki:
— Yâ Resulallah, bu müşrikler bize çok işkence yapıyorlar, görüyorsunuz, ne kadar sıkıntı çekiyoruz. Bir beddua etseniz de, Allah bunları kahretse, biz de bu sıkıntılardan kurtulsak...
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
— Sakın hâlinizden şikâyet etmeyin! Sizden önce gelen ümmetlerde, mümin olduğu için, bu sizin çektiğiniz sıkıntılardan daha çok sıkıntı çekenler vardı.
— Yâ Resulallah, bundan daha büyük eziyete, bundan daha büyük sıkıntıya nasıl tahammül ettiler ki?
— Evet, tahammül edilemeyen sıkıntılar çektiler. İman edenleri yarı beline kadar toprağa gömüyorlardı, testereyle ikiye bölüyorlardı. Onlar yine, Allah bir diyorlardı.
Niyet çok mühimdir. Hesap gününde, herkes yaptığının karşılığını görecektir. Hesapta günahları sevablarından ağır gelenleri Cehenneme atmaya hazırlanan melekler, bir de bakacaklar ki, son anda çok büyük sevabları gelip terazinin kefesine konuyor. Bu duruma şaşıran melekler soracaklar, “Yâ Rabbi, bu kulların Cehenneme gidecekken, her şey değişti. Cennetlik oldular. Hikmeti nedir?” Allahü Teâlâ onlara, “O kullarımın sizin bilmediğiniz, yalnız benim bildiğim güzel niyetleri vardı. Onları yapmış gibi, bu kullarıma sevab verdim” buyuracak.
Nimetin kıymetini bilmeli
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ehl-i Sünnet itikadı ve dinimizi öğrendiğimiz zatın Allah adamı olduğuna inanmak nimeti, çok büyük bir nimettir. Bu çok kıymetli cevher, ancak kıymetli insanlara nasip olur. Herhangi bir hırsıza, uğursuza nasip olmaz; fakat bu iman nimetinin kıymeti bilinmezse çok tehlikelidir. Allahü Teâlâ, mealen “Kıymetini bilmezseniz elinizden alırım. Ondan sonra size çok acı azap ederim” buyuruyor. Bu nimetin kıymetini bilmenin yolu, birbirimizi sevmektir. Allahü Teâlâ, İsa aleyhisselama, “Eğer yerdeki ve gökteki bütün mahlûklarımın ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiçbir ibadetin makbul değildir” buyurdu. Yani, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, dinimizin temelidir. Bu iki nimete sahip olana ne mutlu!
Dünyayı ahirete tercih edenler, Allahü Teâlâ’nın nasip ettiği bu cevheri çöplüğe atmışlardır. Cenab-ı Hak, seçiyor, seviyor, bir cevher veriyor, yani bu iki nimeti veriyor, hem Ehl-i Sünnet itikadını veriyor, hem büyükleri tanıtıyor; fakat kul, bu cevherin kıymetini bilmeyerek, din kardeşinin kalbini kırarak veya dünyayı ahirete tercih ederek bu cevheri çöplüğe atıyor. Suç kimin? Onun; çünkü Allahü Teâlâ, ahirette kimse bir bahane bulmasın diye, her kulunu serbest iradeyle, serbest yarattı. Yine, “Kulum neyi talep ederse, ben ona kavuşturacak yolları açarım” diye ezelde takdir etti. Vezir olmak isteyene vezirlik yolunu açar, zengin olmak isteyene zenginlik yolunu açar, ibadet yapmak isteyene ibadet yolunu açar. Böylece yarın ahirette hiç kimse, ya Rabbi, ben şöyle yapmak istedim de olmadı diyemez. İşte bu serbestlik içerisinde, nefs serbest kalırsa, ipinden kopmuş boğa gibi olur, perişan eder. Sakın, onu serbest bırakmayalım; çünkü Allah korusun, o azdı mı duracağı yer belli olmaz. Onun için, salihlerle, büyüklerin kitaplarıyla, kıymetlilerle ve din kardeşlerimizle beraber olmaya çalışmalıdır.
Doğmak, ölmenin alametidir. “Ya Resulallah, dünya ve ahiretin arası ne kadar uzundur?” diye sorulduğunda, Peygamber Efendimiz cevaben, “Göz açıp kapayıncaya kadar” buyurdu. Yani ahiret bize çok yakın. “Ya Resulallah, peki insanın ömrü ne kadardır?” diye sordu. Resulullah, “Rüya kadar” buyurdu. İnsan rüyada çok şeyler görür, anlatmakla bitiremez. Hâlbuki bilmez ki, o rüya birkaç dakika veya saniyedir. İşte Hadis-i Şerifte bildirildiği gibi, “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Yani bilelim ki, uykudayız. Rüyada insan istediği kadar zengin olsun, istediği kadar fakir olsun, hiçbir kıymeti yoktur!
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)