KAYBOLAN DEĞER; MAHALLE
Ev, sokak, mahalle ve nihayet şehir; yaşamış olduğumuz mekân esasen düşüncemizi, bilincimizi, hayat tarzımızı inşa eder. Evin, sokağın, mahallenin ardında bir tasavvur vardır. Sahih bir tasavvur olmadan sahih bir inşa olamayacaktır. Mekân insan için ya imkândır ya da imkânın tükendiği yer. İnsan mekânı kadardır, mekânın elverdiği kadar. Evden sokağa, sokaktan mahalleye, mahalleden şehre mekânın tezahürü olan tüm bu unsurların insan üzerinde etkisi büyüktür. İnsan mekân ilişkisi birbirleri ile o kadar iç içedir ki; insan mekânı oluştururken bir yandan da, yaşamış olduğu mekân tarafından şekillenir.
Mahalle yitiğimizdir bugün. Mahalleyi yitirince, mahallenin kültüründen, mahalledeki güzelliklerden de uzaklaştık. Mahalle kaybolan değerimiz. Bugün birçok değerimizin kayboluşundan bahsediyorsak, yitirdiğimiz güzellikleri hasretle yâd ediyorsak belki bunların temelinde yatan sebeplerin en başında mahallenin yitirilişi gelecektir. Mahalle bir tasavvur biçimi, bir hayat tarzı, bir idrak ve inşa şekli, bir değerler bütünüdür. Bir duruştur mahalle. Bir hayat görüşüdür. Mahal; yer mekân, belirli bir yer. Mahalli; yerli. Mahalli olmayınca yapılan da mahalsiz oluyor. Mahalsiz; yersiz, uygunsuz, gereksiz. Yersizlik duygusu; evimizden, sokağımızdan, mahallemizden ve nihayet şehrimizden uzaklaşışımızdandır... Sokak, mahalle ve nihayet şehir bizi biz kılarak var eden kendi değer yargılarımıza uygun mekânlardır. Ve toplum olarak ancak kendi mekânlarımızın temkinli ortamında temekkün ederek “yersizlik” duygusunun huzursuzluğundan kurtulabileceğiz.
Mahallenin merkezinde insan vardır. Mahallesini yitirmiş kentte, insan yalnızdır. Mahalle bir aidiyet duygusu ortaya koyar, yüz yüze ilişkinin merkezidir. Bir mekân olarak mahalleden uzaklaşan insan huzursuzdur. Gerçek manada aile müessesesi mahallede oluşacaktır. Komşu, komşuluk mahallede olan bir şeydir. Yüksek katlı binalar, siteler zaten esas itibariyle komşuluğu yok eden bir yapıdır. Bugün mahalle yitirilmiştir, sokak yitirilmiştir, ev yitirilmiştir. Ruhu olmayan, sıcaklığı kalmamış ‘ kent’te, mekân alt üst olmuşluk üzerine kurgulanmıştır. Alt üst olan sadece binalar değil aslında ilişkiler ve hayat. Evet, mekân insanı kendine benzetir ya da insan mekânı kendine. Mahalleye uygun insanlar kaybolunca yeni insan tipine uygun siteler ortaya çıkmıştır. Bugün; yaşamış olduğu mekânın gereklerine uygun bir insan tipi oluşmuştur. Kente çevrilen şehrin, sitelere dönüşen mahallenin insanı yalnızdır bugün. Ancak bu yalnızlık insanın kendi tercihidir zira mahalleden uzaklaşan insan kentte kaybolmaya mahkûm olacaktır.
Mahalleyi önemsiyoruz; zira insan muhitine benzermiş. Muhitince ihata edilir, kuşatılır. Bugün kapitalist anlayış hayatımızı her yönden kuşattığı için mahalle aramızdan çekiliyor. Semt ya da siteler mahalle ile birlikte birçok şeyi alıp götürüyor hayatlarımızdan. İslam şehrinin cami ve bedesten yani çarşı ile birlikte en önemli unsuru mahalledir. “Mahallesiz Şehirler” der, Akif Emre; “Sitelerin birey ve bireyselciliği yerine özgüveni dirilterek şahsiyet olma imkânı verir mahalle. Mahallenin her geçen gün kaybolması; insan ilişkilerimizin yozlaşması, bireyin, bireycileşerek bencilleşmesi, sevincin, hüznün tek başına yaşanması, insanın olanca kalabalıklar içinde tek ve tenha kalması sonucunu doğurur. Her tür destekten mahrum, mesnetsiz ruhlara dönüşen insanlığımız... Oysa bir şehrin kalbi sokaklarında, caddelerinde ve nihayet mahallelerinde atar…” Turgut Cansever’de modernizmin tarihî şehirleri yok ettiklerini vurgular ve “sefalet mahalleleri oluştu" der. Esasen şehir dediğimiz şey mahallesiz olmaz. Şehir varsa mahalle illa var olacaktır. Lütfi Bergen’in ifadeleri bu konuda ufuk açıcı niteliktedir. “Şehir dediğin mahallelerden mürekkeptir. Kentten bahsediyorsak onun zaten mahallesi bulunmayacaktır… Mahalle kalmadı ifadesi kentin şehri yuttuğu anlamına geliyor… Modern yüzyılda şehirlerin geçirdiği değişim nedeniyle kelimenin gerçek anlamıyla “mahalle” kalmamıştır…”
Ya kendi düşüncemize, inancımıza, fikrimize, köklerimize, hayat tarzımıza uygun, ruhu olan yaşayan mekânlar inşa edeceğiz. Ya da bize ait olmayan mekânların dayattığı hayat tarzını yaşamak durumunda kalacağız. Ve dolayısıyla bu yeni hayat tarzının ortaya koyduğu garabetle karşılaşacağız. Evini, sokağını, meydanını, mahallesini yitiren, hepsinden önemlisi, şehrini yitiren bir toplum halini aldık.
Bugün mahalleyi yok ederek oluşturduğumuz kentlerde mahallenin hasretini çekmek gibi bir garabeti yaşıyoruz. Kentsel dönüşüm; şehri inşaya dönüşmüyor, şehri imara dönüşmüyor o yüzden yaşadığımız kentlerde mamur olamıyoruz. Evlerimiz mesken değil konuttur artık, bu yüzden sükûnet sunmuyor, sunamıyor. Mahallelerimiz sessizce çekiliyor hayatlarımızdan, mahalle ile beraber mahalle sakinlerimiz de kaybettiklerimizin arasında yerini alıyor. Sahi nerede mahallenin sakinleri? Kentin türedileri kaplıyor her tarafı. Hapsolduğumuz “yaşam alanlarında” hayat bulamıyoruz.