HİBRİT SAVAŞ, ‘NORMALLEŞME’ VE ÇARESİZLİK ALGISI 

  Kapitalizm, kendi kurallarının hâkim olduğu küresel pazar üzerinden insanların, sadece maddi değil; manevi ihtiyaçlarının da neler olabileceğine dair tespitleri ve bunlara olası çözümlerin neler olabileceği, nerede aranacağına dair eylemleri olumsuz etkiliyor, vesayet altına alıyor. Zira Kapitalizm manevi “pazarı” da elinde tutmak istiyor ve büyük ölçüde tutuyor da.  Böylece maneviyat arayışının vahiyle buluşması ve özüne uygun bir kenetlenme ve oluşumun önüne geçmek, elindeki küresel mekanizmaya alternatif olabilecek bilgi, düşünüş, davranış ve nihayetinde toplum ve değerlerin doğmasına netleşmesine güçlenmesine mâni olmaktadır.  Küresel vesayet altında bulunan toplumların bu durumu görüp, en uygun şekilde konumlanmaları da yine vahye aracısız ve bilinçli şekilde ulaşmasına ve bu tehlikeyi vahyin de belirttiği gibi ‘en güzel biçimde savuşturmaları önem arz eder.  Özgürleştirici söylemler ve bu bağlamdaki liberal ve diğer tüm politikalar bugünün toplumlarının en ağır zincirleridir. Bu söylemler; kişisel bazda bireyciliği körüklerken, toplumsal bazda ise azınlık ve toplumun oluşturdukları öğelere hitap ederek toplumları parçalamaya ve atomize etmeye dönük kullanılır. İnsan haklarını/insanı öncelediğini iddia ederek gerçekleştirilen bu yönlendirme ve yapılanmaların faillerinin, ülkeleri işgal eden, terör örgütleri kurarak orduları gibi kullanan, yaptırım ve ablukalarla toplumları aç bırakan, toplu kıyımlar yapan, milyonlarca mülteci oluşturan, kendileri hiçbir kurala uymayan ve yargılan/a/mayan… muktedirler olması karşısında toplumların sessiz kalması hayret verici bir dehşete işaret eder.  Bireyselleşme üzerinden formatlanan birey ve toplumun birbirleriyle olan ilişkileri zayıflar, öncelikleri değişir ve aidiyetleri parçalanır. Onlara farklı ortak aidiyetler sunulur ve bu sunumda güçlü argümanlar kullanılır. Yeni ortak aidiyetlerin belirleyicisi artık vahiy/Allah olmaktan çıkmıştır. Vahiy/Allah ölçüt olmaktan çıkarılarak onun yerine küresel yönlendirici mekanizma geçmiştir. Böylelikle yolunu şaşıran birey/toplum ne yöne gideceğini bilmez şekilde çıkarılan her sesi küresel sömürücü mekanizmanın ölçütleriyle değerlendirir ve sürüklenmesi planlanan yöne doğru harekete geçirilir. Vahiy, artık çözüm seçenekleri arasında yer almamaktadır. Günümüzde açıkça görülmektedir ki; bu küresel sömürücü mekanizmanın güdümündeki toplumların hiçbirinde huzur kalmamıştır.  Bu toplumların gündemlerini belirleyen, duygu ve tepkilerini yönlendirip kanalize eden küresel mekanizmalar, II. Paylaşımdan bu yana ve küreselleşme ile birlikte daha da etkinleştirdikleri tek kutuplu sömürücü/emperyal sistemlerini sürdürmektedirler ve nihayet Ukrayna savaşı ile bu sistemi/imtiyazı kaybetmemek istediklerini de itiraf etmekten çekinmediler. Emperyalizm, küresel hedeflerini gerçekleştirebilmek, mevcut konumunu sürdürebilmek için insanlığın zihnine işlediği ve batı dünyasının dinamikleri ve tarihi üzerinden ivme kazandırdığı; dinin/vahyin insanlığın sorunlarına çözüm olmayacağı algısını diri tutmak zorundadır. Sadece haber ajansları, görsel ve yazılı medya, sanat, bilimsel alan, siyasal alan değil; sosyal medyayı da tekelinde ve etkili yöntemlerle kullanmaktadır.  Bu çabalarda genel hedef sekülerleşmeyi derinleştirmek ve dinin/vahyin belirleyiciliğini yok etmektir.  Bunun için kullandığı söylemlerin bazılarını değişen zaman ve şartlar, dinin tarihsel olduğu, dinin özgürlükleri kısıtladığı, gelişmeye engel olduğu vb şekilde sıralamak mümkün. Batıda dinin hayata müdahil olması zaten söz konusu değil ancak İslam, bütün yıpratıcı saldırılara rağmen bu potansiyelini koruyor. O yüzden dine saldırılar ve dini itibarsızlaştırma, insanların dine eğilimlerini/yönelişlerini saptırma, toplumları İslam’dan soğutma, İslamofobik politikalar ve işgal edilen ülkeler/savaşılan ülkeler belirlenirken hedefte olan din İslam’dır. Bugün için artık bunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; küresel muktedirlerin İslam, İslam Devrimi, direniş ve ümmetle mücadelesinin adı hibrit savaştır. Hibrit savaşta birden fazla düğmeye basılır ve çoklu cephelerde, hemen her alanda, her türlü yol ve yöntemlerle mücadele verilir.   İslam’ ın hayata müdahil olmaması gerektiğini, bunu daha uzun süre engelleyebileceklerini ve ‘normali normları, ancak kendilerinin belirleyebileceğini söylüyorlar bize küresel muktedirler. İşin aslı gerçekten öyle mi? Her şey gerçekten kendi mecrasında mı ilerliyor? Normalleşme denilen küresel operasyonun anormalliği gizlenebilir mi? Hayır. Öyle değil. Aslında her şeyin normal olmadığı fark edildikçe daha bir canhıraşla normalleşme algısına sarılıyorlar. Bu da hibrit savaşın önemli bir ayağı. Tedirginlik ve panik artıyor çünkü direnç artıyor. Her cephede direnenler, saldırıları geri püskürtüyor. Basılan düğmelerle hedeflenen sonuçlar, istenilen düzeyde gerçekleşmiyor ya da planlar ters tepiyor. Vazgeçecekler mi? Hayır… Şunu kesinlikle bilmeliyiz ki; Yerlerde sürünmemiz normal değil; kanatlarımız var ve  Musa, Rabbi sayesinde Firavunları yenecek. Yeter ki basiretimiz ve azmimiz de olsun ve yeter ki Rabbimizi tanıyalım ve bugünün Firavunlarını, Musalarını tanıyalım, onların yanında, safında olalım. İslam’ ın itibarsızlaştırılmasında en etkili yöntem hükümetlerin uyguladıkları politikalardır.  İslam dünyasında, atanan hükümetlerin dindar söylemlere sahip olması, dinin sekülerle/müesses nizamla barıştırılması ve bireyci, toplumsal talepleri giderilmiş bir din anlayışı dışında kalanları aşırı vb suçlamalarla devre dışı bırakan politikalar uygulanarak dine ulaşma engellenir.  İslamofobik politikalar ve onların ileri uzantıları olan ülkeler işgal etme suçları sorgulanmalıyken, failler, İslam ve Müslümanlara –hem suçlu hem güçlü oldukları için- sen teröristsin, peygamberin de öyleydi, aşırısınız diye suçlamalarda bulunarak üste çıkınca; bunun aksini iddia etmek ve kendini kanıtlamak için şirinlikler yapma zilletine girişme gibi süreçler yaşandı ve bu profil, baskın hale getirildi. Hala bile akademisyenlerin ve ilahiyatçıların da önemli bir kısmı dahil, bu tarz savunmacı bir ahmaklığın hükmettiği zihinsel işleyişler mevcut.  Ne kadar ironik değil mi? Seni katledene, gerçek terörist ve en azılı katil olana, terörist olmadığını ve böylelikle kendinle ve değerlerinle alay edildiğini fark etmeden, kanıtlama çabasına girişmen.  Sonuç olarak işin özü şudur ki; insanlık küresel bir hipnoza tabi tutulmaktadır. Ve bu büyüyü bozmak için direnç göstermek gerekir. Neden her söyleneni itirazsız yaptığımızı, neden yaşam tarzımızı başkalarının belirlediğini, alacağımı, tüketeceğimi, giyeceğimi başkalarının belirlediğini; Neden hep işsiz olduğumu, zenginleştik denilince; bunu benim de söyleyemediğimi, hep çalışan ben olduğum halde neden zenginleşenlerin başkaları olduğunu… Neden savaş ve terör toplumlarımızda yaşanıyor hep? Neden en dehşet olaylara dünya medyaları kör ve sağır iken, bizdeki bir pireyi hemen deve yaparlar?  Neden “Barışçıl gösteriler” hep bizde olur ve neden terör ve cinayetler gerçekleştiği halde dünya medyaları ve küresel muktedirler ısrarla desteklemeye devam eder? Sormamız ve bu sistemi sorgulamamız gerekir.  Hibrit savaşa maruz kalanların görme ve sorgulama yetenekleri felç ediliyor, bu fıtratları yok ediliyor ve zamanla dehşet verici olay ve olgulara karşı duyarsız ve tepkisiz kalabilen ve bunun adına normal/normalleşme diyebilen bir profile dönüştürülüyorlar. Küresel Pazar muktedirlerinin insanlıktan istediği şey; ürettikleri bu profilin normal olduğunu kabullenmemiz.  Yeryüzünde halihazırda dahi yaşanan her türlü sapkınlık, her türlü savaş, işgal, abluka/yaptırım, ülke ve şehirlerin hapishane haline getirilmesi, yurtsuzlaştırma, darbe girişimleri, hırsızlık/talan, her türlü terörist eylem, ekonomik terör ve her türlü cinayet, bozgunculuk, zorbalık…karşısında kılını kıpırdatamayan bir hale getirildi insanlık ve çoğu bunu kanıksadı, normal görür hale geldi… Bugün insanlık, küresel anlamda/çapta Firavun sistem tarafından operasyonlara maruz kalmaktadır ve bu operasyonların en önemli kısmı zihinsel alanda ve algılar zemininde yapılmaktadır. Tarih, kendi doğası/insan doğası gereği hep tekerrür etti ve hep de tekerrür edecektir. Aşağıdaki ayetler bize çok şey söylüyor: “Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?” Firavun, “Biz onların oğullarını sürekli öldürüp kızlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz” dedi. Araf 127 “Firavun, böylece halkını ahmaklaştırdı ve onlar da sonunda boyun eğdiler, çünkü onlar aldatılmış, ayartılmış bir halktı!”  Zuhruf 54 Kuşkusuz ülkesinde Firavun ululuk taslamış, (ayırımcılık yaparak) halkını da gruplara ayırmıştı. Gruplardan birini, erkek çocuklarını kıyımdan geçirip kızlarını sağ bırakarak güçsüz düşürmek istiyordu. Hiç kuşkusuz o huzur ve güveni bozanlardandı. Oysa biz o ülkede güçsüz düşürülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin) vârisleri kılmak istiyorduk. Onları belli bir yere yerleştirmek, Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek (istiyorduk). Kasas 4-6 “ Ne mutlu uyananlara ve ayılanlara. Ne mutlu yüzünü, gerçek sahibine ve gerçek aidiyetlerine çevirenlere ve direnenlere. Selam ve dua ile.