AÇ DEĞİLİZ AMA DOYMUYORUZ
Hızlı bir şekilde tüketim toplumu haline geldik ve gelmeye de devam ediyoruz. Bundan dolayıdır ki, mallar doğal kullanım değerlerinin dışında kendilerine verilen değerlerle ölçülüp değerlendirilir bir durumdadır. “Günümüzde insanlar, satın aldıkları nesneleri sadece kullanım değeri için almıyorlar. Yani bir otomobil sadece sizi bir yerden bir yere götüren bir ulaşım aracı değil. Bir cep telefonu da sadece iletişimi sağlayan bir alet değil. Pek çok kişi bu araçlara başka bazı değerler atfediyor. İşte tüketim toplumunu diğer toplumlardan ayıran temel özelliklerden biri bu. Mallar doğal kullanım değerleri nedeniyle değil, onlara atfedilen bir takım başka değerler nedeniyle kıymet arz ediyor. Ve esasında tüketilen şey, mallar değil, onların işaretlettiği göstergeler. Bulaşık makinesi, cep telefonu ve otomobil gibi sıradan tüketim mallarına “romantik bir sevda”, “arzu”, “güzellik”, “özgürlük”, “bilimsel ilerleme” ve “iyi hayat” gibi amp-img width='1.33'
height='1' layout='responsive'eler iliştirildiği için mallar sıradan mallar olmaktan çıkıyor. Bir malı sıradanlıktan, mesela bir otomobili sadece bir otomobil, cep telefonunu sadece bir cep telefonu olmaktan çıkaran şey, tüketim kültürünün ona yüklediği saygınlık, prestij, özgünlük gibi amp-img width='1.33'
height='1' layout='responsive'eler. İşte bu amp-img width='1.33'
height='1' layout='responsive'elerle silahlanan tüketim kültürünün yeni kahramanları, hayat tarzını bir hayat projesi haline getiriyorlar. İnsanlar bireyselliklerini, tükettikleri ürünlerin, giysilerin, pratiklerin, tecrübelerin, görünüşlerin ve bedensel özelliklerin farklılığı üzerinden teşhir ediyorlar. Kendilerine bir hayat tarzı kuruyorlar tükettikleri nesneler üzerinden. Yani tüketim ile hayat tarzı arasında ciddi bir bağlantı söz konusu.” (Naife şişman, Kadim bir sınavın çağdaş adı: Tüketim kültürü. Mostar sergisi. 67. sayı sayfa:26
Bu durum beslenme ve yemek alanında da farklı değildir. İnsanlar karnını doyurmak veya yaşamını sürdürebilmek için yemekten uzak bir amaç içine girmişlerdir. Bunun doğal bir sonucu olarak da, Yemek tarifleri olağanüstü bir çoklukta olup çoğu zaman akıl almaz bir durumda izlenebilmektedir. Daha açık bir deyişle, İnsanlar artık ne yiyeceğini değil, neyi nasıl yiyeceğini ve ne kadar fazla yiyebileceğinin çabası içerisindedirler. Bu durum artık insanların “yaşamak için yemek yeme” yerine “yemekçin yaşama” ilkesini benimsediğini ve bu durumun gittikçe arttığını göstermektedir. Yiyeceklerin vücuda sağladığı faydalar deyi organoleptik değerleri ön planda tutulmaktadır.
Yemek kültürümüzü artık belli çevreler şekillendirmeyen başladı. Saatlerce süren bazı yemek programlarında ileri çıkan temel mantığı beslenmekle bağdaştırmak mümkün mü? Bu programların çoğununsa öne çıkan tablo sağlıklı beslenme, yemek yapma veya benzer amaçların dışında beslenmenin magazinleştirilmesi çabasıdır. En basitinden bizim yemek kültürümüzün hangi aşamasında ve neresinde uzun uğraşlar sonucunda elde edilen bir yemeğin sudan bahanelerle atılması veya çöpe dökülmesi var?
Kemal Özer, “Müslüman’ın Diyeti” adlı kitabında şöyle diyor: “Bir toplumun mutfağı o toplumun aynasıdır. Mutfak derman yerine dert üretiyorsa otolum medeniyet üretemez. Bir mutfağı popüler kültür veya medya gibi araçlar belirliyorsa mutfaktan sağlıklı nesiller yetişmez.”
Gerçektendi artık sağlıklı nesillerin yetişmesi oldukça zor olmuştur. Zira bu çağda, insanın başına gelebilecek en büyük belalardan biri ve beklide en önemlisi çarpık beslenmenin sonucu olan aşırı kiloluluk veya diğer adıyla “Obezitedir. Obez kişi hastadır ve bu hastalığın tedavisi oldukça zordur. Obezite, Kur’an-ı Kerimin “yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz” şeklindeki büyük fermanına karşı gelecek şekilde hazırlanan sofraların ve oluşturulan mutfakların sonucu olan bir hastalıktır.
“İnsanın dini şiarı ve sağlığının en belirleyici yeri mutfaktır. Prof. İbrahim Canan, Kamil mâniada Müslüman olmak ya da Müslüman kalmak için, İslam’ın mutfağından beslenmesi şarttır. Gayrimüslim bir mutfaktan beslenerek, Müslüman kalmak zordur, kendi kendisini aldatmaktır. Demiş.(Kemal Özer, Müslümanın Diyeti, S.10)
“Her kültürün, her medeniyetin kendine has bir kıyafeti, kendine has mutfağı vardır. İslâm’ın da özel bir mutfağı, yemek kültür ve adabı vardır. Müslüman kalmanın şartları arasında, İslâm kıyafetinin muhafazası gibi, mutfağının da korunması icap eder. Kâmil manada Müslüman olmak için İslâm mutfağından yemek şarttır. Başka bir ifade ile gayr-ı müslim mutfaktan beslenerek Müslüman kalmak zordur, kendi kendisini aldatmaktır. İslâm mutfağında haram yiyecekler ve haramla elde edilmiş gıdalara yer yoktur. İslâm mutfağında sözgelimi, şarap, domuz, leş, yırtıcı hayvan eti, besmelesiz kesilmiş hayvan eti, böcek, haşerat yoktur. İslâm, kendine has bir medeniyettir. Kur’an ve hadis, bu kültürel müesseseye geniş yer verir. Sadece haram helâl konulara değil, en küçük adabına kadar her şeyini ele alır. Kendi hükmünü eksiksiz verir, bir başka kültürden taklit ve iktibasa yer bırakmaz. Müslümana, yeme içme ile hükümleri, sünnet ve edepleri öğrenip tatbik etmekdüşer. (Ahmed Kalkan-Kavramlar tefsiri, Yeme içme maddesi).
Hülasa, “insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemâyeşâ(canının istediği gibi) hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güçgelir, serkeşine (İsyan edercesine) dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner. (Said Nursi, Ramazan Risalesi)
Afiyette kalın