BANA KELİMELERİNİ SÖYLE…
"İnsanın en çok ilgilendiği kelimeyi düşünmesi gerekir.
Okura, "Kelimeni bul!" teklifi yapmalı...
Ey insan kelimeni bul!
Düşüncede işlev artacaktır.
Bir kelimede tefekkür teorisi...
Hangi kelimeyi seviyorsun, niçin?
En çok kullandığın kelimeler...
Sen hangi kelimeye benziyorsun?
Seni anlatan, seni hatırlatan birkaç kelime var mı?"
(Mehmet Önal; Kelime)
Kelimelerimiz kadarızdır. Düşüncelerimiz, yaklaşımımız, bakışımız; kelimelerimizin derinliği kadardır. Kelimelerin ve kavramların kirletildiği bir çağda yaşıyoruz. Konfüçyüs, toplumun kaderi eline verilirse ilk ne yaparsın diye sorulduğunda, ‘ilk olarak toplumun kendileriyle iş gördüğü kelimeleri, kavramları değiştirir, yerlerine yenilerini koyar ve her birini yeniden tanımlardım.’ şeklinde cevap vermiş. Bir toplumun kurtuluşunun başlangıcı, kelimelerini ve kavramlarını içerik olarak sahih bir şekilde yeniden kurmaktan geçer.
Kelimeler, ne’yimiz olur. Evet, kelimeler bizi ifade eder, ne olduğumuzu, ne düşündüğümüzü, nasıl baktığımızı, duyma biçimimizi, duygumuzu kelimelerimizle ortaya koyarız. Kelimelerimiz kadarızdır, hayata hangi kelimelerle bakıyorsak, hangi kelimelere tutunuyorsak oyuzdur. Kelimelerimizle ifade ederiz kendimizi, kelimelerle ortaya koyduğumuz sözümüz, esasen bizim, özümüzün ne olduğunu, aslında ne olduğumuzu ortaya koyar.
Evet azizim! Bana kelimelerini söyle, sana seni söyleyeyim. Hangi kelimelerle bakıyorsun hayata, hangi kelimeler duruşunu, yaklaşımını, yolunu ve yönünü belirliyor? “Öyle seveceksin ki kelimeleri sana yetecekler.’ Böyle diyordu Cemil Meriç. Seviyor musun, bağ kurabiliyor musun, tutuna biliyor musun kelimelerine? Kelimeler bizi söyler, bizi anlatır, tutar bizi, bizimle bağ kurmak için bağlamlarına bağlar. Kelimelerle bağ kurabilmemiz, bizim kelimelere bağlanmamız ile ilgili, temas edebilmemiz ile ilgili.
Kelimelerimizin oluşturduğu zihinsel yapının eşliğinde oluşur bakışımız. Kelimelerimiz düşüncelerimize, düşüncelerimiz duygularımıza, duygularımız davranışlarımıza dönüşür. Dünyamızı kelimelerle kurarız. Beyin hangi kelime ve kavramları algılıyorsa düşünce ona göre oluşur. Hangi kelime ve kavramları seçerse insan, hayatı da ona göre şekillenir. Bu kadar önemlidir yani kelimelerimiz. Bize ait olmayan hayatları yaşıyorsak, kelimelerimizi yitirdiğimiz içindir. Kelimeler toplumun düştüğü nokta olabileceği gibi, toplumun dirildiği nokta da olabilir. Kelimelerimizin bizi biz kılabilmesi, “bizim” kelimelerimiz olmasına bağlı.
Kelimelerimizle bir hayat kuramıyorsak, başkalarının kelimeleri bağlamında bir hayattır yaşayacağımız. Medeniyet iklimimizin kelimeleri olmalı, sığınağımız. İthal malı mefhumların karanlık dünyasında kaybolmamak için, yaşam felsefemizi kendi köklerimize, özümüze uygun kelimelerle şekillendirmeliyiz. Kelimelerimizi “biz”leştirmeliyiz ki birleştirmeli bizi. Kelimelerimiz bizde dile gelmeli, bize söylemeli, bizi söylemeli ki ikliminde ferahlayalım.
“Kelime yara izidir.” Ne muhteşem bir tarif değil mi? Kelimeye dair bu harikulade tanımlama, İbn Arabi’ye ait. Sizde izi olmayan, sizde yarası olmayan, kendi kulaklarımızla duymadığımız, duygusunu hissetmediğimiz, kendi gözümüzle ve de özümüzle görmediğimiz, kendi aklımızla idrak etmediğimiz kelimelerin bize sunabileceği bir şey yok aslında. Gövdelerinizin üzerinde başka kafalarla düşündüğünüz, başka kulaklarla duyduğunuz, başka bir gözle gördüğünüz kelimeler hâsılı bizim yaramızı, kendi yaramızı ortaya koymayan kelimelerin ve dahi kavramların bizi iyileştiremeyeceğini, bizim bu kelime ve kavramlarla yaşamı kavrayamayacağımızı anlamak durumundayız. Bağımızın olmadığı ve bağlamından uzak olduğumuz kelimelerin, kavi bir şekilde kavrayamadığımız kavramların; bizi hayata bağlayamayacağını, iklimi ile bize sıcaklığını hissettirmeyen kelimelerle hayata tutunamayacağımızı idrak etmek durumundayız…
Kelimeler bizi söylemeli, bize söylemeli. “Sözü Yola Koymak” için kelimelerimizdir bize yoldaş olacak olan. “Önce kelimelerimiz vardı, bizim kelimelerimiz. Kelimelerimizden uzaklaştık ilkin, ne olduysa kelimelerimizden uzaklaştıktan sonra oldu. Kelimelerimizden kaçtık; medeniyetimizden, kültürümüzden bizi biz yapan değerlerimizden. Terk ettik kelimelerimizi. Kelimelerimiz çıkınca hayatlarımızdan bizim olmayan kelimelere sığındık. Kendi kelimeleri olmayanların hayata dokunacakları ellerinin olmayacağını unuttuk. Isınamadık, sıcaklığı yoktu bu yeni kelimelerin, ruhu yoktu her şeyden öte karşılığı yoktu hayatlarımızda. O yüzden derdimize derman, yüreğimize şifa sunamadı. Ferahlatmadı, açmadı yüreğimizi. Ruha uçmayı öğreten kelimelerdir. Ruhumuzu kanatlandıramadı kelimelerimiz. Kendi kelimelerimizi kullanamıyoruz, kendi zihnimizle düşünemiyoruz, kendi hayat tarzımızı ortaya koyamıyoruz. Kelimelerimiz yok, tarzımız yok, tasavvurumuz yok.”
Kelimeler, kelimeler, kelimeler! Shakespeare’in ünlü eserinde; Ne okuyorsunuz efendim, sorusuna Hamlet böyle cevap veriyordu. Evet, azizim, görüyorsun ya kelimeler hayat memat… Hadi o zaman bana kelimelerini söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim. Yok, yok; bu kadar değil daha fazlası; bana kelimelerini söyle senin “sen” olup olmadığını söyleyeyim…