HALİFELİK VE NEZAKET
Yüce Allah, Hz Âdem’in yaratılışını haber verdiği buyruğunda “yeryüzünde bir halife yaratacağını” ifade etmiştir. (Bakara,30.) Diğer bazı ayetlerde de insanın halifeliği, “O Allah’tır ki sizi yeryüzünün halifeleri olarak tayin etti” (En’am,165; Fatır,39) şeklinde bildirilmiştir.
Cenab-ı Hakk’ın en büyük harika eseri olan insan diğer varlıklardan daha üstün niteliklerle donatıldığı gibi, üstün bir paye olan yeryüzünün halifesi olmakla da taltif edilmiştir. İnsanın halifeliği en büyük sorumluluk taşımasının yanında, yaratılmışlar için ulaşılabilecek en büyük makamdır. Çünkü yeryüzünün düzenini ve diğer yaratıkları koruyup gözetmek, kendi aralarında da Allah’ın bildirdiği hükümleri uygulamak insana yüklenmiştir. Halifelik yeteneğiyle yaratıldığı için insan, yeryüzündeki ilahî kanunları kendi yararına kullanabilmekte ve dünyadaki canlılardan hiçbirinin yapamayacağı işleri yapmaktadır.
Yüce yaratıcı, insanın saygınlığını bütün mahlûkata programlamıştır. Bu itibarla Yeryüzü, canlı-cansız bütün unsurlarıyla insanın efendiliği karşısında boyun eğmiştir. Bahşedilen bu saygınlıkla insan, erişilmez en yüksek dağların üzerinden yol geçirebilmekte, en yırtıcı yaratıkları dizginleyebilmektedir. Küçük bir çocuk bile koca bir deveye sözünü geçirebilir ve onu götürüp getirir. İşte bütün bunlar insanın saygınlığından kaynaklanır. Kur’an-ı Kerim, bu durumu, “Sizin için, yeryüzüne boyun eğdiren O Allah’tır. Şu halde yeryüzünün omuzlarında yürüyün ve Allah’ın verdiği rızkından yiyin. Sonunda O’nun huzurunda toplanılacaktır.” (Mülk, 15.) Ayetinde, yeryüzünü insanın ayakları altına yüzüstü uzanmış zelil bir şahsa benzeterek tasvir etmiştir.
Böylesine yüksek bir payeye ve olağanüstü bir ilahî taltife sahip olan insan, yaşantısında buna uygun tavır ve davranışlar içinde olmalıdır. Akılsız yaratıkların yaşantısından farklı olmalıdır. Kendisinin hizmetine verilen diğer mahlûkata karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği gibi, birbirlerine karşı da Allah’ın belirlediği ölçüler içinde davranmalıdır.
İnsan, akılsız yaratıkları değil, kendilerine rehber kılınan peygamberleri örnek almalıdır. Suretiyle “Ahsen-i takvim” yani yaratılanların en güzeli olan insan, ahlakıyla yaşantı, tavır ve davranışlarıyla da en güzel olmalıdır. Ahlak itibariyle en güzel olmayı sağlayan kurallara nezaket adı verilmektedir. Bunun da anahtarları ve en geniş biçimde örnekleri peygamberlerde bulunmaktadır.
İnsanların üzerinde gözetleyici ve rehber olarak, kendi içlerinden peygamberler gönderilmiştir. Allah’ın hoşnut olduğu bir hayatın tüm gerekliliklerini insanlara gösterir ve öğretirler. Peygamberler, halifelik hayatının nasıl olması gerektiğini gösteren model insanlardır. İnsanların ahlak ve suretçe en güzelleri peygamberlerdir. Peygamberlerin de hem sureten hem sireten en güzeli ve en üstünü Muhammed (ASV)’dır. O’nun hayatı parmak ısırtan örneklerle doludur.
Düşmanlarının bile kendisine en güvenilir anlamında “el-Emin” unvanını verdikleri O zat (ASV), bütün insanlığa sözleri ve yaşantısıyla nezaket ve uygarlık dersi vermiştir. Hayatı boyunca mübarek ağzından kaba bir söz çıkmamıştır. Yahudilerin “ölüm senin üzerine olsun!” anlamında kurnazca ve düşmanca selamlarına karşılık bile kötülük anlamı taşıyan “sam” kelimesini kullanmamış, “size iade ediyorum” anlamında “ve aleyküm” demiştir. Hatta Hz. Aişe annemiz, “sam” sözünü fark edip, “ölüm de lanet de sizin üzerinize olsun!” diyerek tepki gösterince, peygamber (ASV): “Ey Aişe, sakin ol, Allah bütün işlerde yumuşaklığı sever” buyurmuş ve nezaketini bir kez daha göstermiştir. (Müslim, Selam,10)
Birbirlerine saygısı olmayan yabani bir toplumdan bütün insanlığa örnek uygar bir toplum oluşturan peygamber (ASV), günümüzün en medeni insanları daha onun medenilik düzeyini yakalayamamıştır.
Gayr-ı Müslimlere karşı bile nezaket ve incelikten taviz vermeyen, kaba tutum ve davranışları yasaklayan bir peygamberin tabilerinin, birbirlerine karşı nezaketsiz ve kaba tutumları nasıl affedilebilir? Yeryüzü halifeliğinde en bilinçli olması gereken Müslümanlara, hele birbirlerine karşı kabalık asla yakışmaz ve kabul edilemez.
Hacca veya umreye giden her müslümanın fark ettiği gibi, Peygamber (ASV)’ın nezaketi Medine’ye sinmiştir. Bu nedenledir ki İmam Malik, Medine halkının amellerini şer’i delil olarak kabul etmiştir. Medine halkı diğer şehirlerin halklarından farklı olarak Peygamber (ASV)’ın nezaketinden önemli bir hisse aldıkları bugün bile görülmektedir. Diğer İslam şehirlerinin de Medine gibi medenî olmaması büyük bir kusurdur. “Peygamberler Şehri” unvanıyla övünen Şanlıurfa’nın da, “Peygamber şehri Medine”ye nezakette ne ölçüde benzediği konusunda özeleştiri yaparak, peygamber nezaketine sahip olma açısından kendini değerlendirmelidir.