M.A: BU HİCRET Mİ YOKSA HİCRAN MI?
Çalıştığı kurumda, görev yaptığı süre içerisinde, herkes tarafından takdir edilen bir insandı. Dürüst, sağlam, dik duruşu ve haktan ödün vermez dürüstlüğüyle; çalıştığı kurumdaki tüm insanların güven ve sevgisini kazanmayı başarmıştı.
Çünkü o, Allaha ve onun sevgili Resûl’üne iman etmiş, helal ve haram kavramlarına riayet etme konusunda itinayla yaklaşan adam gibi adamlardandı... Yani, günümüzde; nesli bir hayli azalanlardandı... Yaşadığı muhitte, dost, akraba, komşu ve tanıdıklarının gözüne girmiş, erdemli bir güzel insandı. İnancıyla, söylem ve eylemleriyle yerli bir kumaş, ve velud bir dimağdı. Üretkenlik ve insanlara faydalı olmak, onun birinci önceliğiydi.
Daima güler yüzlü, samimi ve içtendi... Yıllarca memlektine, aşkla, şevkle, heyecan ve azimle hizmet etmeyi sürdürürken, bazen ayağına çelme atmaya/çalmaya çalışanlar da olmuyor değildi tabi... Zira, onun inandığı değer yargılarında; bir insanı ihya/inşa etmek, tüm insanlığı ihya etmekle eşdeğer olduğu bilinç ve şuuru ön plandaydı! Bu aşkla çalışıyor, bu güzel ahlakı; yaşadığı her platformda, ima etmekten veya direkt olarak dilendirmekten hiçbir zaman çekinmiyordu.
Davası derdi, derdi davası olan nadir insanlardandı. Kaypaklığı, yanardönerliği, ikiyüzlülüğü, hele bukalemunluğu asla sevmez; ve söz konusu sıfatları taşıyan kimselerin, onun inanç dünyasında yerleri bile yoktu, olamazdı. Bir muradı vardı. Yıllarca içten içe, arzu ettiği, iştiyakla hem de içinde ukde kaldığı bir Murad idi bu!... Çocukluğundan beri, varsıl olan kimselerin acımasızlığını, yoksul olanların da çaresizliğini görüp gözlemlediğinden dolayı; hakları çiğnenen garibanların yanında yer almak için, zalim ve zorbaların saltanatına tabir caize bir balta vurmak, onun hep hayal edip durduğu, Muradı ve talebiydi...
Memleketinin her tarafına palazlanıp ve kene gibi, toplumun canına yapışmış ve kanlarını emen despotlara karşı çıkması gerektiğini düşünüyor ve durmadan hal çarelerini arıyordu.
Bu fikrini ve düşüncesini, yıllarca aynı çatı altında aynı dava için omuz omuza verip mücadele ettiği, en yakın dostlarına (!) açmayı düşündü... Düşüncesinin, dostları tarafında olumlu karşılanması onu ziyadesiyle memnun etmişti.
Ancak, işin ciddiye binmesiyle, önüne çıkabilecek engellerin, ve seninleyiz diyenler tarafından yalnız bırakılacağını; ve tabir caizse ipinin en güvendiği kimseler tarafından çekileceğini hiç mi hiç hesaba katmamıştı. Onun bu kararlılığını duyan karşı taraftaki palyaço kimseler, onu; ha bire üst mercilere şikayet üstüne şikayet ediyor, hakkında yalan yanlış sözler sarf ediyor, hatta sürgüne gönderilmesi için dilekçeler bile veriyorlardı.
Çember daralmış ve en yakın dostları bile ona sırtını çevirip onu yalnız bırakmışlardı. Yanlışın dışarıdan gelmesi elbette ki zordu, ama arkadan vurmanın içerdeki dostlardan gelmesi ölüm kadar acı idi. Çekildi köşesine, ve derin derin düşündü. Bunlarla uğraşıp başına bir bela açacağına; terk-i diyar edip, hicret etmeyi, kararlaştırdı.
Ailesini aldı karşısına, ve fikrini onlara açtı... Zor bir karara imza attığını biliyor ve bunun da bilincindeydi, ama kalkıp da başına bir bela açması; Allah muhafaza onun için daha çetin, daha tehlikeli ve bir o kadar da acı olacaktı. Evet, dostlar! Bizimkinin başına gelen söz konusu hadiseler, ve hicret mi yoksa hicrana mı diye tabir ettiğimiz bu trajedik öykü garb-i Anadolu'nun şirin bir kasabasında vuku buluyordu. Yoksa İyilerin kaderi hep ikiz miydi acaba? Bu trajedik öykü,
bana; şu tarihi gerçeği hatırlattı:
Abbasi Devleti'nin kurucusu Ebu Müslüm Horasani'ye bir gün Emevi Devleti'nin niçin yıkıldığını sorduklarında, o da cevap verip demişti ki;
"Onlar dostlarının dostluklarından emin olduğu için dostlarını uzak tuttular...
Düşmanlarının dostluğunu kazanabilmek için düşmanlarını yakın tuttular...
Uzaklaştırılan dostlarının dostluğunu kaybettikleri gibi, yakınlaştırdıkları düşmanları da asla dost olmadılar.
Ve her ikisi de, düşman safında birleşince, yıkılmaları kaçınılmaz/mukadder oldu!...
Evet, âziz dostlar! Siz siz olun, adam gibi adamlarla yol yürüyün Velev ki ceplerinde metelikleri olmasa da. Yanardönerliği meslek edinmiş heriflerden uzak durun, Velev ki vezir olsalar da... Şimdi ne diyelim ki? Bizim muhacir topladı eşyalarını ve ver elini diyârı gurbet deyip; doğup büyüdüğü topraklardan, hiç bilmediği, görmediği başka bir dünyaya yelken açtı! Yolunuz açık düşmanlarınız kaçık olsun Muhacir! Hicretten Hicran doğarken, elbet bir gün, bizim de obamıza vuslatın güneşi doğacaktır. Sabırla bekle!...
Kalın sağlıcakla efendim.
20 Ekim 2022.