DİRİLİŞ VE HAREKET
Yazımızın başlığının sizde yapmış olduğu ilk çağrışım ne? Benim açımdan hayati denebilecek derecede öneme haiz iki kelime: Diriliş ve Hareket. Yazıya başlarken acaba hangisini, hangisi besliyor diye düşündüm. Hatta başlığı ilk önce “Diriliş İçin Hareket” olarak belirlemişken yazı öncesi bir kez daha düşünmek durumunda kaldığımda kendini sorduran yeni sorular; meselenin net olarak birisi için diğerini ortaya koyabilecek netlikte olmadığı sonucuna ulaştırdı. Buyurun isterseniz bir de bu soruları birlikte sorarak soru/nu çözmeye çalışalım.
Diriliş mi önce gelir, hareket mi? Diri olmayan hareket edemez. Dolayısıyla hareketin olabilmesi için diri, yaşayan, canlı bir organizmanın olması gerekiyor. Tabi olarak bu vargı bize yeni soruların kapısını açacak: biyolojik olarak var olma, canlı olma, diri olmak için yeterli mi? Tam burada diriliş kelimesini salt organizma olarak yaşanan halden, hayata çevirebilmek gerekiyor. Esasen hareket ederek, hal ile mana ile ruh ile yaşama can olacak bir hale getirmek…
“Toprağın üstü mezar zevke dalmış ölüler/ can sıkmaya yetiyor canlı kalmış ölüler.” Böyle diyordu Abdürrahim Karakoç. Toprağın üzerinde mezar olmaktan kurtulabilmek için hareket etmek durumundayız. Hareket ederek, biyolojik olarak salt yaşam olan durumdan bir ruh taşıyan dirilişe geçebileceğiz. Yani “Hayy/at B/ilgisi”ne ihtiyacımız var. Ne diyorduk: Hayy’a ilgisi olmayanların, Hayy ile bağ kuramayanların hayata dair bilgileri eksik kalacaktır. Hayy’dan kopuk bir hayat olamayacaktır, belki biyolojik olarak sadece yaşamak olacaktır. Zira yaşam ile hayat arasında, yaşam ile hayat kadar fark var… Yaşam; yeme, içme, barınma ilgili olup, biyolojik olarak salt bedenle yaşamayı ve tek dünyalılığı ifade ederken, hayat; ruhlar âleminde Allah’a verdiğimiz sözle başlayan ve ölümden sonra da ebediyete kadar devam edecek olan süreci içine alarak çift dünyalılığı ifade eder. Hayat; yaşamdan çok daha fazlası ve de ölümün elinden kurtarılması gereken bir kavram.
“İnsanın dirilişi” için “Ruhun Dirilişi.” Ve tüm bu diriliş düşüncesini sağlayabilmek için hareket. Evet, yazının başında başlığın sizde yapmış olduğu ilk çağrışımı sormuş idik. Sezai Karakoç’un hayatının hülasası olan “diriliş” düşüncesini, Nurettin Topçu’nun hayatının hülasası olarak okuyabileceğimiz “hareket” düşüncesi ile birlikte düşünüyoruz. Zira “Var Olmak, düşünmek ve hareket etmek demektir.” Hareket ederek dirilmekten, hareket ederek ölmekten olmaya doğru bir yol yürüyüşünden bahsediyoruz.
Hayat bulabileceğimiz bir yaşam için hareket etmek; anı, zamanı, mekânı ve de insanı hareketle anlamlandırarak diriltmek. Sizce de üzerinde kafa yorulması gereken bir husus değil mi? Topçu, hareketi insanın varoluşu için olmazsa olmaz olarak görecektir. “İnsan kendini ve eşyayı hareket ederek tanır. Hareketin gelişmesi düşüncenin gelişmesini sağlar Varlık olmaksızın âlem tasavvuru nasıl gülünçse, hareketi yok sayarak insanı düşünmekte abestir. Hareketin bizzat kendisine gönül vermeyerek onun devşirilecek yemişlerini düşünmek, fayda sağlayıcı gayeyi gözetmek hareketin iflasıdır."
Diriliş ve hareket kelimeleri üzerinden yürüyeceğimiz yol, son tahlilde, birbirini besleyen, birinin diğerine muhtaç olduğu kanaatine ulaştırıyor. Hareket ederek dirilmek ya da diriliş için hareket etmek. Esasen düşün dünyamızın iki büyük güzel adamı, “diriliş” ve “hareket” düşüncelerinde her halde bu iki kelimeyi birlikte düşünmüşlerdir. Niyetimiz biraz da bu iki güzel adamı fikirlerinden hareketle birlikte anabileceğimiz bir yol işareti ortaya koymaktır.
Modern çağ yorgunluk çağı; yılgınlık, boşluk çağı. Modern insanın c/anı sıkılmakta. Var ve fakat yok, yaşıyor ama diri değil, yaşamın girdabında, ruhunun, gönlünün ve de insanlığından uzaklığa mahkûm etmiş kendini. Dirilişe ihtiyacı var insanın, dirilişe ihtiyacımız var. Yeniden ve yineden bir dirilişle, kendimizi ve yaşamı toprağın üstünde mezar olmaktan kurtarabilmek için hareket etmek zorundayız. Üzerimizdeki ölü toprağını hareket ederek atarak, diriliş… Sizce de diriliş için hareket etmekten başka bir yol yok, değil mi?