TAŞLAR VE İNSANLAR
Taşlara şekil veren ve hayatı taşlar arasında geçen insan, cansız, katı ve değersiz gördüğü taşlardan da ibret almasını bilmelidir. Yeryüzünü cennet gibi döşeyen, yer altında iki yüz bin dereceli bir hararetle taşı eritip sıvı halde magmaya dönüştüren Allah, suçlular için yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemi yaratmıştır. Bir kısım kalplerin taştan daha katı olduğunu, oysa taştan nehir fışkırdığını, su çıktığını bildirmektedir.
Yağmur ve kar suları yer altına iner, kayalarla çevrelenmiş bir tabakada birikir. Kayanın çatlamış ya da suyun eritmesiyle açılmış bir menfezden yeryüzüne çıkar. Irmak olur, nehir olur, dere olur, akar. Fırat, Nil gibi nehirler böylece kayadan çıkar, Kur’an ifadesiyle taştan nehir fışkırmış olur.
Bir kısım taşlar da suyu emer, zamanla kayaların ardında birikmiş suyu emen kaya onu sızdırmaya başlar. Böylece taş, suyu çıkarmış olur.
Taş çok katı ve sert görünür ama aslında işlenebilir bir tarzda yaratılmıştır. Taşın üzerine düşen su damlaları bile zamanla taşta oyuklar açar.
Medresede başarısız olup köyüne dönerken dinlenmek için girdiği bir mağarada taş tavandan sızan su damlasının zemin taşta oyuk açtığını görünce “Benim kafam bu taştan daha sert olamaz” diyerek taştan ibret alıp medreseye geri dönen “taşın oğlu” anlamında İbn-i Hacer adıyla meşhur olan büyük Hadis ve Fıkıh âlimini de zikretmeliyiz. Yani taş, sanıldığı gibi katı kalpli, sert kafalı değildir. Asıl katı kalpli ve sert kafalılar, ilahî emirleri dinlemeyen, gözüne kadar sokulmuş mucizelerden etkilenmeyen insanlardır.
Peygamber (ASV)’ın öptüğü Hacerü’l-Esved de bir taştır. Allah’ın insanlar için konulmuş şiârı olan Beytullah’ta yerini almıştır. Allah’ın elini samp-img width='1.33'
height='1' layout='responsive'elercesine her gün binlerce mümin tarafından öpülür.
Taşın marifetleri ve işlevleri çoktur. Ekmeğini taştan çıkaranlar, taşı yastık edinenler bunu iyi bilirler. Değirmen taşı buğday öğütür, rızık kazandırır. Tuz da bir taştır, yemeğe lezzet katar; pirincin içindeki taş diş kırar.
Taşlar da insan gibidir; hayır işlerinde değer kazanır, şerde değersiz olurlar. Yerine göre rolünü iyi yapar. Resulullah’ın (ASV) mübarek avucuna girince zikir ve tesbih eder; aynı avucun içinde Ebabil kuşlarının gagasındaki taşlar gibi zalim kâfirlere karşı gülle ve bomba olur. Hacıların elinde Mina’da şeytanı recmeden taş, Filistin’li çocukların elinde Yahudinin korkulu rüyası olur. Ancak bu taşlar etki etmez, zalimlere atılması gereken taşlar, Kur’an ifadesiyle “sicil”den olmalıdır.
Taşlar bir araya gelir, el ele verip yuva olur, ev olur. Zalimler bile taştan faydalanır. Firavun piramitleri de taştan, zalimlerin timsalleri de taştandır.
Kur’an “taş”la uyarıyor, buyuruyor ki: “Gökte olanın üzerinize taş yağdırmasından emin misiniz? Siz benim tehdidimin nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.” (Mülk, 17) Yani: içinizden biri, size düşkün ve çok şefkatli olan Muhammed (ASV)’ı kabullenmiyorsunuz, başınıza taş yağdırayım da uyarmak neymiş görün! Siz ancak taş uyarısından anlarsınız, demek istiyor.
Böbrek taşına bile tahammül edemeyen insan, Allah’ın uyarıcı olarak yağdıracağı taşlara karşı nasıl durabilir?
İnsan kalbi de taşlara benzer, kimi elmas, kimi yakut, kimi zümrüt, kimi de kömürdür. Bu dünya kurulduğu günden beri elmas ve kömür ruhlu olanların mücadelesine sahne olmuştur.
Dirilişi inkâr ederek “Biz bir yığın kemik ve ufalanmış toprak olduktan sonra mı yeniden dirilecekmişiz?” diyen kâfirler için, “İster taş olun, ister demir! İster gönlünüzde büyüyen herhangi bir yaratık olun, yine dirileceksiniz!” buyuran Kur’an işaret eder ki Allah, ilahî emirlere karşı sert kafalı ve katı kalplileri taşlaştırabilir. Taştan ibret almayanlar, ruhen taş gibi olanlar, vücutça da taşa dönüşebilir. Vezüv yanardağının patlamasıyla altında kalan Pompei halkının kazılarda çıkan taşlaşmış bedenleri Kur’an işaretinin önemli bir delilidir. Önemli bir kısmının tüm vücudu taşlaşmışken ağızlarındaki dişlerin kemik olarak kalması, kazıdan çıkarılanların heykel olmayıp taşlaşmış insanlar olduklarının kanıtıdır.