CAN’LAN BİRAZ
"İçi geçmiş, yorgun, yılgın insanların dünyasından"
silkinip dışarı çıkmak gerekiyor.
Yaşayabilmenin, canlılığın, can olmanın ateşini içimizde duyuvermek:
"Hayat! Seninle baş etmeye, sendeki zenginliği, mucizeyi keşfe hazırım!" diyebilmek!”
(Ahmet İnam; Hayatımızdaki İnce Şeylere Dair)
Kalbi yaralı hayatlar yaşıyoruz, bükülmüştür beli, içinden geçtiğimiz zamanların, boğuşmaları bitmiyor içimizdeki deryaların. Akıp gidiyor, bakamıyoruz zamana. Zamanı yitiriyoruz, canını okuyoruz zamanın, zaman canımızı okuyor, Anı yitiriyoruz, cansız anları yaşıyoruz, c/an sıkıntısı yaşıyoruz. Mekânın canını yitiriyoruz, mekâna sığmıyoruz, ferahlatmıyor mekân bizi, can bulamıyoruz mekânda. Canı tüketiyoruz, tükeniyoruz. Yaşadığımız hayatın içinde can bulamıyoruz, can olamıyoruz, canla olamıyoruz, canlanamıyoruz.
İç gücümüzün farkında olmamız gerekiyor. İçimizdeki ateşin, canımızın farkına varmak: İşte asıl mesele burada. Dışımızdaki hayatı güzelleştirebilmek için içimizdeki hayatın üzerine titrememiz gerekiyor. Dışımızda ve düşümüzde bir hayat var; bir de yaşadıklarımız var, içinde olduğumuz ahval. Ne demiştik; hangi hâl üzere isek o hâle uygun ahval ile karşılaşıyoruz. Ne üzere yaşıyorsak, nasıl bir yaşam arzuluyorsak, hayalimiz neyse onu buluyoruz ona ulaşıyoruz. Bu böyledir; ahvaliniz halinizdir. Nedir: İç gücünün farkında olmayanın düş gücü yoksunluğu; ebedi yoksulluğa mahkûmiyettir. Sahi iç gücünüzün farkında mısın? Canda canı hissediyor musunuz?
Canla olarak, cana yakın olarak canlanacaktır hayat, insanı insana şifa kılacak anlayışı, canı cana yakınlaştırarak sağlayabileceğiz. İnsanı insan olmaktan uzaklaştıracak dahası belki de insanı canavarlaşmaktan kurtarabilecek anlayışın tesisi de cana yakın olmaktan, kendimizin dışındakine can suyu olmaktan geçecektir. Canı dişinde olmaktan kurtulabilmek için de can çekişen yaşamlardan uzaklaşabilmek için de canı cana katmak, canı cana yaklaştırmak, cana gitmek, can olmak durumundayız.
Sahi, can olabiliyor muyuz, kendimizi candan biri olarak görebiliyor muyuz? Üzerinde kafa yormamız gerekiyor; cansız bir yaşamın içinde boğuşuyor olmamızın sebebi bizim candan uzak oluşumuzdur. Peki, neye can olacağız; İnsana can olmak, doğaya can olmak, elbette kendine can olmak. Her şeye can olacağız. Can olarak, can sıkıntısından kurtulacağız. Candan yoksun bırakılmış, canını yitirmiş steril yaşamlardan can’lanarak dirileceğiz. Et kemik yığını halimizden candaki canımızın farkına vararak çıkacağız.
Evet, hem kendimize hem hayata can katmamızdır aslolan. Zira her şeye bize can olmamız gerektiğini gösteriyor. Bak gör; gök bulutlara, bulutlar yağmura yağmur toprağa, toprak ağaca güle, doğaya can oluyor. Unutma azizim! Can olamadığın, can katamadığın yaşam seni öldürecektir. Can bulamadığın, yaşam seni hayattan uzaklaştıracaktır. Varlığın ve hayatın; cana can katma arzusunu gör ve bu canlılığa sen de can ol. Madem; “Aşk imiş her ne var âlemde gerisi bir kîl u kal imiş” ve madem, “Cânını cânâna vermekdir kemâli âşıkın, Vermeyen cân i'tirâf etmek gerek noksanına”o zaman sen de canı cananla kılarak, can olmak aşkı ile bu noksanlıktan kurtulacaksın. Can olma aşkını yanına alarak, yaşama can katacaksın. Hayattaki canı göreceksin, candaki canı görerek, can olacaksın…
Can’dan uzaklaştırdığımız yaşam, canını okuyor hayatın ve hayatımızın. Cana yaklaşmamız lazım, can bulmamız lazım, can olmamız lazım. Canlanmamız lazım. Cihanda cihana, insanda insana, zamanda zamana, mekânda mekâna, hâsılı her anda yaşama can katacak olan tavır, can olmaktan, cana yakın olmaktan, canla olmaktan geçecektir. Onun için diyoruz ki; var olmak için, hep olmak için, can olmak için yok başka bir yol: Can’lan biraz!