HANİF VE MÜSLÜMAN İBRAHİM (AS)
Peygamberimiz (ASV)’ın da atası olan ve milletinden olmakla iftihar ettiğimiz Yüce peygamber İbrahim (AS), Kur’an-ı Kerim’in övgüyle söz ettiği birçok güzel hasletlerin sahibidir. Halim (yumuşak huylu, cana yakın) olduğu kadar, çok cesurdu; kendisini ateşe atan putperestlere karşı korkusuz bir yürek taşıyordu. Dillere destan misafirperverliği ve sofrası gönlünün zenginliğini gösterdiği gibi, helak kararı verilmiş Lut kavmine bir fırsat daha tanınmasını isteyecek kadar da merhamet dolu büyük bir insandır.
Peygamberimiz (ASV) namazlarda ve hutbelerde okuduğu Salli ve Barik dualarında “Kemâ salleyte alâ İbrahim ve alâ âli İbrahim” ve “Kemâ bârekte alâ İbrahim ve alâ âli İbrahim” şeklinde İbrahim (AS) ve ev halkını salavatında yâd etmiş ve ümmetine de bunu emretmiştir. Böylece O’nun adı peygamberimiz (ASV)’la birlikte namaz dualarında zikredilmektedir. Bu ne büyük bir bahtiyarlıktır!
Kur’an ayetiyle: “Allah, İbrahim’i dost edindi.” (Nisa,125.) şeklinde ilan edilen “Halilullah” unvanını kazanan Hz. İbrahim, Hıristiyan ve Yahudiler arasında da paylaşılamamaktadır. Kur’an, onları yalanlayarak Hz. İbrahim’in Müslüman olduğunu şöyle ifade buyurmuştur: “İbrahim Yahudi de Hıristiyan da değildi fakat hanif bir müslümandı. Müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran 67.)
Hz. İbrahim’i anlatan ayetlerin bir kısmında O’nun “Hanif bir müslüman” olduğu, diğer bir kısmında da “İbrahim’in milletinin Hanif olduğu” bildirilmektedir. Ayetlerdeki “Hanif” ismi üzerinde durulmaya değer bir kavramdır.
Allah katında din İslam olduğundan, yalnız Hz. İbrahim değil, diğer bütün peygamberler de müslümandır. Çünkü Allah’ın dinini tebliğ etmişlerdir. Ancak Hz. İbrahim (AS) için diğerlerinden farklı olarak kullanılan “Hanif bir Müslüman” tabiri dikkat çekicidir.
Hanif, “araştırarak gerçeği bulmak, akıl ve ictihatla istikamete, en doğruya meyletmek” anlamındadır. Yani bazen yanılarak da olsa gerçeğe ulaşma çabası içine girmektir. (Müfredat-i İsfahanî, Hanif maddesi) Hz. İbrahim’in daha çocukluğunda Rabbini bu araştırma ve merak yöntemiyle bulduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz. Yıldızları, ayı ve güneşi ilk gördüğünde “Rabbim budur” diye düşünmüş, bunların teker teker batışıyla yanıldığını anlayarak “bunlar Rabbim olamazlar” demiş ve gerçeği aramaya devam etmiş. Sonunda yeri ve göğü yaratıp donatan her şeyin sahibi Yüce Allah’ı bulmuş ve O’na ibadet etmeye başlamıştır. İşte bu ictihad ve araştırma yolu “Haniflik” olmaktadır.
Sünnet olmak, Kurban, Haccın birçok ibadetleri gibi Hz. İbrahim’in şeriatına özgü sünnetleri bizim dinimizde de yer almış ve sürdürülmüştür. Aynen bunun gibi, Haniflik özelliği de Peygamberimiz (ASV)’ın şeriatında yer almıştır.
“Hanifen müslimen” tabiri dinimizin iki temel özelliğini bildirmektedir. “Hanifen” kavramı “gerçeğe ulaşmak için araştırma ve ictihadı”, “müslimen” kavramı ise teslimiyeti ifade eder. İman esasları ve ibadetler teslim olmayı gerektirir, olduğu gibi kabul edilmesi gereken unsurlardır. Ancak “Muamelat” dediğimiz insanların birbirleriyle ilişkileri ve ayrıntılara dayalı hususlar, zamanlara ve şartlara göre değişiklik gösterdiğinden araştırma ve ictihadı gerektirir. Bu da dinin “Haniflik” yönünü oluşturur.
Kur’an’ın “müslimen” kavramıyla birlikte “hanifen” kavramına yer vermesi boşuna değildir. Bizim dinimizde de hanifliğin mevcudiyetine işaret etmektedir. İctihada yönelik konuların bulunması, Peygamberimiz (ASV)’ın ictihadı teşvik etmesi ve müctehid imamların içtihad etmesi Hz. İbrahim şeriatının bir özelliği olan Hanifliğin, diğer sünnetleri gibi Muhammed (ASV)’ın şeraitinde de devam ettiğini göstermektedir.