DÖRT YOL
Hayatı sevememek. Ani krizler, tepkiler, sevinçler, istekler, kızgınlıklar, kırgınlıklar. Rutin işler. Ramazan Demir'i dinledim biraz. Çekilmez bir saçmalık. Mal bulmuş bir mağribi. Kendisi dışında Kur'an'ı doğru anlayan yok. Mealciliğin altının doldurulması gerekir diyor. Bulduğu metot, metotlar içinde bir metot değil, tek doğru metot. Neye göre? Zat-ı alilerine göre. Siyer boş, İslam tarihi boş, rivayetler boş, hadisler boş, nüzul sebepleri boş, klasik tefsirler boş, tarih boş, tarihsellik boş... Kur'an'ı Kur'an'la tefsir edeceğiz. Peki hangi ayeti hangi ayetle, hangi kelimeyi hangi kelimeyle, hangi kavramı hangi kavramla tefsir edeceğiz? Elbette Ramazan beyin bulduğu ve tercih ettiği ayetlerle, kelimelerle, kavramlarla. Diğerleri ve başka türlüsü kesinlikle yanlış. İşte yeni, orijinal, biricik, tek doğru dediği metot bu. Edip Yüksel mealciliğini gölgede bırakan katı ve sevimsiz bir mealcilik. Bir nevi "alaturka deizm." Altay Cem Meriç "Peygamberliğin İspatı" isimli kitabını tanıtıyor. Peygamberliğin ispatı olur mu? Haşrin ispatı gibi bir şey. İspat edilen bir şey imanın konusu olmaktan çıkmaz mı? Garip. Peygamberin peygamber olduğunun kendi beyanı dışında nasıl bir ispatı olabilir? Hissi mucizeler belki. Ama bunların vukuu sabit değil. Peygamber devri dışında yaşayan tüm insanlar için bunlar sade bir haberden, bir rivayetten ibaret. Peygamberi görmedik, mucizeleri görmedik. Bize bir haber ulaştı inandık veya inanmadık. Hepsi bu. İspat neresinde bu işin? Şarlatanlık kokusu geliyor. İşgüzarlık, göz boyama, illüzyon.
İnsan olarak daima başarılarımızı konuşuyoruz ve başarının peşindeyiz; buna rağmen bütün temel sorular ve sorunlar dipte kalıyor her zaman. Başarı, meslek, para, alkış, teveccüh, mal, mülk, makam, mevki, evlilik bu temel soru ve sorunlarla yüzleşmemek için sade bir bahane belki de. O kadar konuşuyoruz, yazıyoruz, eyliyoruz ama cidden hallettiğimiz hiçbir şey yok. Temel soru ve sorunlarla başı dertte olanlar nadir zekalardır her devirde. Biz kimiz, burada ne işimiz var, ne yapıyoruz, hayatımızın bir amacı ve anlamı var mı, nereden geldik, nereye gidiyoruz, bizi getiren ve götüren biri var mı, öldükten sonra bir yaşam var mı, varsa bu kimin veya kimlerin tarif ettiği bir yaşam? Dinler dışında bu temel sorulara bütüncül cevap veren başka bir kurum yok. Ama cevaplanması tek başına bu temel soru ve sorunların halledildiği anlamına gelir mi? Verilen cevaplar talepleri ne ölçüde karşılıyor? Dört yol var önümüzde: Ya Godot’yu beklemeye devam edeceğiz öylece, ya Beckett gibi surat asıp bir ömür boyu hiç konuşmayacağız ya günümüzü gün edeceğiz ya da dinler tarafından hayata verilen anlamlardan birine sarılacağız. Hayatın temeli ve sonucu hakkında hiçbir şey bilmediğimiz halde her şeyi biliyormuş gibi davranabiliyoruz. En büyük gaflet bu. Adam kendinden gayet emin şekilde “tanrı yoktur, her şey bir tesadüfün eseri” diyebiliyor. Bunu bu kadar kolay diyebilmek nasıl bir şey, anlamıyorum. Üstelik “tanrı yoksa her şey zorunlu olarak bir tanrı adayıdır” şeklindeki absürt netice bütün çıplaklığı ile gözü önünde dururken.