YUMUŞAK DAVRANMAK
Muhterem Kardeşlerim…
İnsan, sıkıntılar içinde olunca, sıkıntılarını kendisini dinleyen birine anlatarak deşarj olmak ister. Yahut kızdığı zaman karşısındakine yüksek sesle çıkışır. Belki biraz rahatlar. Fakat karşıdaki bizim rahatladığımızı düşünmez. Üstelik kendisine çıkıştığımız için üzülür. Kendimizi tatmin etmek için başkalarını üzmek asla doğru olmaz.
Efendim;
Haksızın haksızlığını söylemek için çeşitli usuller vardır. Yüzde yüz haksız olan birine, yüzüne karşı haksız olduğunu söylersek, haksız olmayı hazmedemiyeceği için haksızlığını kabul edemez. Başkaları da bizim gibi insandır. Onlar da haksız olmayı kabul edemezler.
Hiç kimse kolay kolay haksız olduğunu kabul etmez. Haksızın üzerine üzerine gitmekle onu kötü yoldan döndürmediğimiz gibi, iyice bataklığa saplanmasına sebep oluruz.
Hataları yüze vurmak yerine, umumi olarak anlatmak daha tesirlidir. Yumuşak davranarak, alaka göstererek, suçlamaya girmeden yazdığımız mektuplar sayesinde birçok müspet netice aldığımızı defalarca gördük. Fikirlerimiz, ne kadar doğru olursa olsun, zorla kabul ettirmemiz mümkün değil denecek kadar zordur. Fakat yumuşaklıkla, dostlukla samimiyetle, fikrimizi kabul ettirmemiz mümkündür.
“Hakkı söylemiyecek miyiz?” diyen çıkabilir. Elbette hakkı söyleyeceğiz. Hırçınlıkla değil, nezaketle hareket edersek müspet netice almak mümkün olur. Hakkı söyleyeceğiz diye, karşımızdakini inat çukuruna gömmek, fayda yerine zarar verir. Maksadımız, herkesin hakkı, doğruyu, iyiyi bulmasıdır. Yanlış hareketlerimizle, iyiliğe elverişli olana mani olmamalıyız!
Birinin yüzüne karşı hakkı söylersek, nasihat eder gibi konuşursak, yaptığının yanlış olduğunu bildirirsek, karşımızdakine “Sen cahilsin, sen bu hususları bilmezsin” demiş oluruz. Böylece karşımızdakini üzmüş, kalbini kırmış oluruz. Kalb kırmak, Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır.
Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
“Emr-i Maruf ve Nehy-i Münkeri ancak, Rıfk ve Hilm sahibi Fakihler yapar.” [İ. Gazali]
Allahü Teâlâ da, Musa aleyhisselama Firavunla konuşurken yumuşak konuşmasını emretmiştir. Yarın ahirette Firavun, “Bana sert hareket edildiği için hakkı kabul edemedim” diyemiyecektir. O halde ölçümüz, daima yumuşak hareket etmek olmalıdır!
İmamın uzun Zamm-ı Sûre okuması ve namaz vakti geldiği hâlde, insanlara hizmet için vaazını uzatması, kul hakkına sebep olur.
Kimsenin zamanını çalmaya hakkımız yoktur. Üstelik daha uzun Sûre okuyunca daha fazla sevab alınmaz, aksine cemaati rahatsız edecek kadar uzun Sûre okuyarak namaz kıldırmak, Tahrimen Mekruh olur, yani harama yakın günah olur.
Hazreti Muaz’ın, Bekara ve Nisa Sûresini okuyarak Eshab-ı Kirama namaz kıldırdığını haber alan Resulullah Efendimiz, üç kere “Ya Muaz, sen fettan mısın?” buyurmuştur. Yani “Fitneci misin, fitneye mi sebep olacaksın?” buyurup, kısa Sûrelerden okumasını, cemaat arasında, yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de bulunabileceğini bildiriyor. (Buharî)
Cuma ve Bayram Namazlarında, namazdan önce Vaizlerin, cemaatin namaz kılmadan camiden çıkamayacaklarını fırsat bilip, vaazlarını uzatmaları da, kul hakkına sebep olur. Namazdan sonraki vaazlarda, utancından çıkamayanlar olsa bile, vaazı uzatmak o kadar uygunsuz sayılmaz, çünkü işi olan, sıkışan her şeye rağmen çıkıp gidebilir. Namazlardan önce nasıl olsa namazı kılmadan gidemez, mecburen dinler düşüncesiyle, vaazını uzatarak o kadar insanın vebaline girmek çok yanlıştır.
Ana, baba veya Âmir de olsa hiç kimsenin günah olan emirlerine uyulmaz, hatır için günah işlenmez, çünkü dinimizde, “Hâlık’a isyan olan işte mahlûka itaat yoktur” kuralı vardır. Gayemiz Allah’ın rızası olmalı.
Bir Hadis-i Şerif:
“Bir kimse, kötülerin kızacakları şeyde Allah'ın rızasını ararsa, Allahü Teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü Teâlâ’nın kızacağı şeyde, insanların rızasını ararsa, Allahü Teâlâ, onun işini insanlara bırakır.” [Tirmizî]
Fitne çıkar zannıyla günah işlemek caiz olmaz. Fitne çıkacağını kesin bilmek gerekir. Bu işlerde, tartışmaya girmemeli, günah dememeli, başka herhangi bir bahane bularak gitmemeli. Eğer makul bir mazeret bulunamazsa, zarar verecek bir fitne çıkma ihtimali de yüksekse, o zaman gitmek caiz olur. Yine de mümkün olduğu kadar kısa kalmaya çalışmalıdır.
Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, bütün büyükler bu hakaret ve iftiralara mâruz kalmışlardır. Hattâ şu anda bile Peygamber Efendimize yapılanları dünya âlem görüyor. Meyveli ağaç taşlanır. Müşriklerden biri, Resulullah'ı huzurunda kötülerken, Peygamber Efendimiz susuyor. Hazreti Ebu Bekir dayanamayıp ona cevap veriyor. Peygamber Efendimiz hemen dışarı çıkıyor. Hazreti Ebu Bekir de dışarı çıkıyor, “Yâ Resulallah yanlış bir iş mi yaptım?” diye arz ediyor. Peygamber Efendimiz, “Sen cevap vermeye başlayınca melek gitti, şeytan geldi. Şeytanın olduğu yerde durmak istemedim” buyuruyor.
Tahriklere kapılmamalı. Cevap verilmeye kalkılırsa, onların istediği tuzağa düşülmüş, fitneye alet olmuş olunur. Peygamber Efendimiz, “Fitneyi uyandırana lânet olsun” buyuruyor. Onlar kendileri çalsın, kendileri oynasın. Kesinlikle fitneden uzak durulmalıdır.
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak demektir. (Hadîka)
Kur’an-ı Kerimde, fitne kötülenmektedir.
Birkaç Âyet-i Kerime meali:
“Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.” [Bekara 217]
“Onlar fitne çıkarmak için can atarlar.” [Nisa 91]
“Yeryüzünde fitne fesat çıkaranlara lânet olsun.” [Rad 25]
“Onlara; ‘Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler.” [Bekara 11]
Hadis-i Şeriflerde de buyuruluyor ki:
“Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.” [İbni Mâce]
“Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan, Mümin-i Kâmildir.” [Hâkim]
“Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!” [Ebu Davud]
Fitne hakkındaki Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflere uymalı, hiç cevap vermemelidir. Eden kendine eder.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet ve dinen görevinin bilincinde olan kullarından eylesin. (Amin)