SÎRET İLE SÛRET ARASINDA

  “Daim nazar-ı dikkatini sîrete atf et Sûrette kıyafette keramet bulamazsın…”                 Yozgatlı Fenni   Sûrette nem var benim sîrettedir madenim Kopsa kıyamet bugün gelmez perişân bana Niyazi-i Mısri   İnsan; mana ile madde arasında. Fizik ile metafizik, hâl ile kâl, söz ile öz arasında. Sûret ile sîret arasında insan. Beşerden insana doğru bir yol yürümeli insan. Ve insan denilen varlığın beşer yönünden; et, kemik yanından insan yanına doğru yürüyüşü, canda ki canı, candaki manayı bulabilmesi ile mümkün olabilecektir. Evet, aslolan manadır, aslolan sîrettir, aslolan özdür, insan olmak için aslolan özü güzelleştirmektir. Sîret ve Sûret; yazımıza konu ettiğimiz kelimeler. Buyurun o zaman sîret ile sûret kelimelerinin ardında bir yolculuğa çıkalım. Sîret; bir kimsenin içi, hali, hareketi, ahlakı. Bir başka yönüyle tutmuş olduğu, yürümüş olduğu yol olarak tarif edilir. Sûret ise; Türkçe’de tahrif edilmiş halde kullanılan surat sözcüğünün aslı. Biçim, görünüş, görüntü, şekil anlamlarında kullanılır. Felsefede bir şeyin mahiyeti; onu o şey yapan özü. Yazımızın başında yer verdiğimiz alıntılarda her ne kadar; “ Sûrete etme nazar, sîrete bak… “ mesajı verilmekte ise de insanın sûretinin bir yanıyla sîretinin yansıması olduğu da göz ardı edilemez. Daha da ötesi; insan denilen varlığın insan olmaklığının en üst mertebesi, sîretiyle sûretini, sözü ile özünü, hâli ile kâlini, eylemi ile söylemini, misyonu ile vizyonunu birbirine uygun hale getirmesidir. Ne diyoruz; kalbiyle sûreti bir hale getirmek. Zira, sûret ile sîret arasındaki mesafe; başkalaşmanın, kendinden uzaklaşmanın dahası kendini yitirmenin derecesini ortaya koyacaktır.   “Sûretin sîretine şahittir; başka şahit aramak zâiddir.” Yaptıklarımız, ettiklerimiz, eylediklerimiz, ortaya koyduğumuz görüntü son tahlilde, özümüzün, gönlümüzün, kalbimizin yansımasıdır. Burada meseleyi biraz daha açmak istersek soracağımız soru; sîret mi sûreti etkiler, sûret mi sîreti etkiler? Sorunun kendisi esasen bir sorun. Evet, eylediklerimiz yani sûretimiz; içimizin, özümüzün, sîretimizin yansıması. İnsanın özü güzel ise eyledikleri güzel olacaktır. Burası tamam da özünü nasıl güzelleştirecektir. Özün güzelleşmesi de sözün güzelleşmesinden, eylemin, güzelleşmesinden geçmeyecek mi? Unutulmamalıdır ki, güzel eylemeden güzel olamayacak, iyi/yi ortaya koymadan, güzeli, doğruyu hayatın içine yaymadan iyileşemeyeceğiz. Görüyorsunuz ya sîreti de güzelleştirmenin yolu sûreti güzelleştirmekten geçecektir. Evet, mesele sizce de karmaşık hale geldi değil mi? Hem “sûrete değil sîrete bak diyeceğiz” , hem de sîretin güzelliğinin sûreti güzelleştirmekten geçtiğini ifade edeceğiz. Varmak istediğimiz noktanın; “olduğu gibi görünmemek düşüklüğü” olmadığını söylememize gerek yok sanırım. İyiliğin de kötülüğün de, güzelliğin de çirkinliğin de bulaşıcı olduğunu; dolayısıyla iyiyi, güzeli, doğruyu eylemeye devam ederek g/öz/elleşebileceğimizi, özümüzü de sîretimizi de güzelleştirebileceğimizi ifade etmek istiyorum. Meramımızı ifade etmek için Muhammed İkbal’in o şahane ifadelerine kulak verelim “Keklik ayağa sahip olduğu için güzel yürür zannedilir, oysa o güzel yürüdüğü için o ayaklara sahip olmuştur. Bülbül gagaya sahip olduğu için nağmeleri güzel sanılır, oysa güle en güzel nağmeyi söyleme arzusu onu gagaya malik etmiştir…” Siz ce de şahane değil mi? Güzel eylemeden, güzel olamayacağız, güzelliğe ulaşamayacağız. Eylediğimiz her güzellik bizi daha da güzelleştirecektir. O yüzden güzel eylemeliyiz ki, hayat güzel olsun. İnsan güzellikle buluşabilsin. Evet, amacımız güzellik olmalı ki güzelle buluşabilelim. Evet, sîret ile sûret arasındadır insan. Ve insan ancak; özden isteyerek, gösteriş kaygısı olmadan güzel eyleyerek, sîretini ve dolayısıyla sûretini ve de kelimenin bozulmuş hali ile suratını güzelleştirebilir.