ÖRF VE ÂDET
Örf ve adet, hayatın birçok alanlarında ortak özelliklere ve aynı kültüre sahip insanların bir arada yaşamalarından doğan toplum kuralları ve uygulama biçimleridir. Toplum hayatının düzenini sağlayan yazılmamış kurallardır. Örf ve âdetin kökenleri büyük ölçüde toplumun maneviyatını besleyen inançlardır.
Hayat müştereğinden doğan dayanışma ile kültür ve amaç birliği toplumda bir vücut haline getirir, bir manevi şahıs oluşturur. İşte bu manevi şahıs, “beğendirme” ve “ayıplama” müeyyideleriyle toplum fertlerine örf ve âdeti uygulamada büyük bir baskı etkiye sahiptir. Buna “toplum baskısı” da denilmektedir. Her birey, toplumun beğenisini kazanmada ve ayıplamasından sakınmada azami gayret gösterir. Öyle ki Allah’tan korkmayan niceleri toplumun ayıplamasından korkar.
İnsan sosyal bir varlık olduğu için, İslam dini insanların dünyasını da mamur etmeyi hedeflediğinden dolayı toplum örfünü de dikkate almıştır. İslam’ın doğuşu sırasında o zamanki toplumların hukûkî ilişkilerinin çoğu örf ve âdete göre uygulanıyordu. İslam, getirdiği ilahi hukuk düzeni doğrultusunda söz konusu bu örf ve adetlerde köklü düzenlemeler yapmıştır. Bunlardan, İslam hukuk kurallarına aykırı olanlarını kaldırmış, faydalı olanlarına dokunmamış, bir kısmını da ıslah ederek İslam’ın hükmü olarak toplum hayatına kazandırmıştır. Örneğin içki, faiz, yetim malı yemek gibi cahiliyle âdetlerini yasaklamıştır. Nikâh, talâk ve benzeri gibi muameleleri, bazı değişikliklerle yeniden düzenlemiştir. “nukûd” denilen külçe veya “meskûk” denilen basılmış altın ve gümüş paralara dokunmamış, aynen bırakmıştır.
Ayet ve hadislere aykırı düşmeyen toplum örf ve adetleri kısım müçtehitlerce şer’i delil sayılmıştır. Kur’an-ı Kerim bu tür yararlı örfler için “maruf” kavramını kullanmıştır. “Affa sarıl, ma’ruf ile emret, cahillerden yüz çevir” (A’raf,199.) ayetinin örfe işaret ettiği belirtilmiştir. “Müslümanların güzel gördükleri şey, Allah indinde de güzeldir” hadisi de yine örfe delil sayılmıştır.
Buna göre Kur’an ve Sünnete aykırı düşmeyen örf ve adetlere uymak, toplum hayatının düzeni ve selameti için gerekli olduğu gibi İslam’ın da emridir. Ancak topluma yönelik olmayan, kişisel ve yalnızca Allah’la kul arasındaki hallerde toplum örfünü dayatmak yanlıştır. Örneğin kıyafet konusunda toplum örfünü kişisel ibadetlere uyarlamayı zorunlu kılmak yanlıştır.
Bazı kimseler örfü inanç ve kişisel ibadetlere de yansıtıyor, bu yanlıştır. Örneğin valinin ya da hükümdarın huzuruna çıkmaya ait örfü ve resmi giysiyi ibadete de uyarlayıp “Allah’ın huzuruna da böyle çıkmak gerekir” diyorlar. Allah’ın huzuruna çıkmak olan namazı valinin huzuruna çıkmakla kıyaslıyorlar. Bu yanlıştır. Çünkü Allah Rabbu’l-alemîn’dir, her şeyin ve herkesin sahibidir. Kul ile Rabbi arasındaki ilişki, anne ile çocuğu arasındaki ilişkiden daha yakındır. Vali veya hükümdar ise insanların sahibi değildir, onunla görüşmek bile çoğu kez eziyetlidir. Oysa Allah bir vali veya hükümdar konumunda değildir. İnsana şahdamarından daha yakındır. (Kaf, 16) Dileyen herkes, dilediği zaman Allah’ın huzuruna çıkabilir, halini ve derdini hiç bir aracıya gerek olmadan bizzat O’na arz edebilir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine cevap veririm.” (Bakara, 186.)
Evinde yalnız başına namaz kılan bir Müslüman, namazın şartı olan setr-i avreti sağlayan herhangi bir giysiyle namaz kılabilir. Ancak namaza engel bir necaset taşımaması şartıyla. Ama camide cemaat namazına katılacak olan Müslüman, toplumun örfüne uygun olarak giyinmelidir. Sadece setr-i avreti sağlaması yetmez. Kılık-kıyafetinin düzenli olması da lazımdır. Peygamber (ASV) evinde ev kıyafetiyle otururken, kendisiyle görüşmeye gelenler olduğu zaman, evin bir köşesinde duran su dolu küpün üzerine eğilir, saç, sakal ve kıyafetini düzelttikten sonra gelenleri karşılamaya çıkardı. Yine Kur’an-ı Kerim, camilere gidildiğinde ziynetleri (güzel elbise) takınmak gerektiğini bildirmektedir. (A’raf,31.)
O halde toplum içine çıkıldığı zaman veya cemaatle yapılacak ibadete katılmak durumunda toplumun örfüne uygun olarak giyinmek lazımdır. Bu da Allah’ın huzuruna çıkmakla ilgili bir giyim değildir. Toplum dışında gerçekleşen ferdi ve özel ibadetlerde, gerekli fıkhi kuralları dışında hiç bir örfi kuralın müdahalesi yoktur, kimsenin de eleştirmeye hakkı olmaz. Kur’an-ı Kerim. “Onlar (akıl sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken Allah'ı zikrederler.” (Al-i İmran, 191.) Ayetiyle kişisel ibadetlerdeki toplum kurallarından muaf bir serbestliğe işaret etmektedir.