ÜÇ BAYRAK YÜRÜYÜŞÜ
Yazıya başlamadan önce, formata uygun olmasa bile yoksulluk sınırının 20 bin lira olduğunu ve bunun bir fecaat ve felaket olduğunu en azından hatırlatma görevimi ifa etmek istiyorum.
*
Bayrak; egemenliği/egemenleri ya da egemen bir toplumu temsil eder. Özellikle ulus devletler ile birlikte bir ırkı/ulusu temsil eden önemli bir argüman oluverdi. Kimi bayraklara bunu aşan anlamlar da yüklendi. Neticede bayrak, işin meşruluk kısmı bir tarafa, bir onuru/kimliği temsil eden önemli bir değer olarak görülmektedir. Bayraklar da toplumlar gibidir aslında; bazıları bir fikir, duruş ifade eder. Toplumun yapısını ögelerini de temsil edenleri vardır. Sovyetler Birliği bayrağının üzerinde çekiç ve orak vardı; işçi sınıfını, emeği, eşitliği temsil eden ve komünist ideolojinin bayrağıydı.
Bayraklar bir coğrafyayı, özellikle ulus devletler şeklinde savaşlarla falan çizilmiş sınırları, bir toprağa aidiyeti ve vatan/yurt gibi bir toprağı sahiplenme gibi argümanlarla ilişkilendirilebilecek unsurlar da taşırlar. Bayraklar aynı zamanda tarihi unsurlara da işaret edebilmektedir. Örneğin; kanı temsilen kan renginin bazı bayraklarda olması veya farklı etnik yapılardan oluşan kimi toplumlarda her etnik gruba ait bir samp-img width='1.33'
height='1' layout='responsive'enin aynı bayrakta yer alması da rastlanan bir durum. İsrail denen çetenin bayrağındaki iki mavi çizginin vaat edilmiş topraklar hikayesi ile ilgili sınırları samp-img width='1.33'
height='1' layout='responsive'elemesi filan.
*
Şimdi gelelim üç bayrak yürüyüşüne: İlk Hadise elbette Herzog' un Türkiye ziyaretinde, daha önce benzerine pek rastlanmamış kimi ritüellerle her iki bayrağın birlikte taşınmasıydı. Bu hadise çok onur kırıcı oldu.
Türkiye dış politikası bir nevi teslim olmuş, onur kırıcı bir resim ortaya çıkmıştı. İsrail paçavrası bayrak muamelesi görmüştü. O gün her yeri, gerçekten dayanılmayacak kötü bir koku sarmıştı.
Oysa bu toplum böyle zelil değildi, bu toplumun gönlünde dost ve kardeş olan bu haydutlara, teröristlere yer yoktu ve bu toplum için Filistin, en önemli meseleydi.
Nihayet bir grup genç, bunu ete kemiğe bürüdü. Bursa' da Türkiye ve Filistin bayraklarını birlikte taşıdılar. İşte bu yürüyüş, ikinci bayrak yürüyüşüydü ve çok anlamlıydı.
Eskiden olsa yani solcuların olduğu dönemlerde olsa; bunu, muhtemelen solcular yapardı. Nitekim ABD askerlerini denize atanlar onlardı. Şimdi ise çoğu, artık o askerlerin emrinde. Demem o ki; bu ikinci bayrak yürüyüşü, böylesine devrimci nitelikte bir eylemdi ve mutlaka altın harflerle tarihe geçecektir.
Anlam ve mesaj bakımından Amerikalıları denize atmakla aynı niteliklere sahip bir eylemdi bu. Böylece bu yürüyüş; adeta bu toplumun; politikacılar yanlış yapsa da zilleti kabul etmeyeceğinin ilanı, bir işareti oldu. İşte bu yürüyüş, çok umut verici oldu. Bu tavrın, yaşanan/yaşatılan ekonomik fecaate karşı da gösterilmesi gerekir. Küresel etkenlerle her ülkenin az ya da çok etkilendiği ama ülkemizin bunun ötesinde bir yıkım yaşadığı ve hayat pahalılığının kemiği kesmekte olduğu bu süreçte, yapılması gerekenlerin neden yapılmadığını, kimin ve hangi konumda olanların sorumlu olduğu işi yapıp yapmadığını doğru tespit edip gereken itirazı ve tepkiyi göstermeliyiz. Kendi ekmeğimizle ve toplumumuzun onuruyla kimsenin oynamasına izin vermemeliyiz.
*
Politikadan hiç anlamayan birine bile sorsanız; İsrail ile gaz üzerinden yapılan bir normalleşmenin Türkiye' ye ve bölgeye uzun vadeli büyük zararlar vereceğini, bir hayır getirmeyeceğini ve sürdürülebilir olmadığını size söyleyecektir.
Bu da gösteriyor ki; bu anlaşma, suni ve köksüzdür. Bunun Türkiye'ye, zor durumda bırakılarak, dayatılmış bir politika olma olasılığı yüksektir.
Umarım hepimizin başını öne eğen bu yanlıştan çok kısa zamanda dönülür.
*
Üçüncü ve son bayrak yürüyüşü ise İsrail’ in, yerleşimci adı verilerek sivil oldukları algısı oluşturmaya çalıştıkları ve hemen hepsinde silah ve biber gazı bulunan yağmacı, işgalci teröristlerle, bayrak yürüyüşü adı altında Mescidi Aksa’ ya yaptıkları baskındı. Kudüs'ün Kılıcı yenilgisinden ve caydırıcılık inisiyatifini kaybettikten sonra İsrail, daha da hırçınlaştı. Ukrayna Savaşı ile Rusya ile gerilim yaşayan, Trump' a nükleer anlaşmadan el çektirdiği halde hedefine ulaşamayan, korkunun ecele faydası olmadığını gören İsrail, Kudüs'ün Kılıcı yenilgisiyle kaybettiği caydırıcılık inisiyatifini tekrar elde edebileceği bir çatışmanın peşinde. Bu amaçla olabildiğince gerginlik arttırıcı şirretliklerine devam etmektedir ve bu şirretlik, Mescidi Aksa’ ya Bayrak Yürüyüşü adı ile yapılan son baskınla doruğa çıktı. Bir çatışmayı, kendisi başlatmayı göze alamayan İsrail, Filistin direnişinin; hem bu şirretliklere cevap veren mukavemeti hem de stratejik sabrıyla Siyonist çetenin sinirlerini tahrip etmesi karşısında adeta çaresiz kalmaktadır. Bu da onu, daha da agresif bir hale getirmektedir.
Peki, yeni bir çatışma olmayacak mı?
Elbette olacak. Zaten Kudüs'ün Kılıcı yenilgisi yeni bir çatışmayı kaçınılmaz kılıyor ama o çatışmayı başlatma inisiyatifi, öyle görünüyor ki artık İsrail'in elinde olmayacak. Bunu, Kıbrıs' ta yaptıkları Ateş Arabaları tatbikatının fiyaskoyla sonuçlandığını resmi ağızlardan itiraf etmeleri ile de gösterdiler.
Evet, genel hatlarıyla resim bu.
Türkiye'nin kimyasının uzun süre kaldıramayacağı bir normalleşmeyi; Türkiye' yi Suriye'de Rusya ve İran'la karşı karşıya gelme tehlikesi barındıran bir pozisyona sürükleyerek sürdürülebilir hale getirmek ve tahkim etmek istiyor olsalar bile sonuca ulaşamayacaklardır.
Elbette bu resmin bölgesel bir parçası iken -ki Rusya ve İran Bu durumun farkında ve tüm bunlara rağmen Türkiye'nin bir sıkıntı yaşamasını istemeyecekler. Yani o olgunlukta politikalar izleyecekleri izlenimi var ve Türkiye de iç politikaya yönelik bir tonda/fazda bırakacak gibi bir beklenti ön planda- resmin küresel kısmında ise durum şöyle:
Britanya aklının planlayıcı ve başlatıcı olduğu Ukrayna savaşı devam ettiriliyor.
Ana politikalarda bir değişiklik olmazsa; Avrupa' yı, İngiliz ve ABD' ye/NATO' ya daha mecbur bırakmak ve Rusya’ yı ise yıpratmak hedefleri ile başlatılan ve sürdürülen bu savaşın orta veya uzun vadeli olabileceği gibi bir durum ile karşı karşıyayız. Zira yıpratıcılık hedefi, savaşın uzatılmasını gerekli kılmakta. Ayrıca Tayvan üzerinde de Çin' e yönelik benzer bir yıpratma savaşı kaçınılmaz görünüyor.
Tabii tüm bu süreçlerde, beklenmedik zikzaklar veya büyük yol kazaları da ihtimal dışı değil. Zira bu defa, yıpratıcı savaşlar ve yıpratıcı yaptırımlarla yıkım ve bozgunculuk çıkaranların kendileri de yıpranmakta ve karşılıklı bir yıpranma söz konusu.
Her ne olursa olsun, bu gidişatın mazlumlar ve onurlu toplumlar için bir kazanım sağladığı söylenebilir. Bu kazanım, tek kutupluluğun yani tek zorba odağın, itirazsız ve engelle karşılaşmadan, istediği gibi dünyaya hükmettiği mekanizmanın da yıpranıyor olması durumudur.
Belki de bu kazanım; Allah'ın bir lütfu ve iyi değerlendirmemiz gereken bir nimettir.
Öyle olsun veya olmasın; bireysel ve toplumsal olarak tüm enerjimizi, tek kutupluluğu sonlandırmaya yönelik kullanmalıyız ve itirazların değerli ve etkili olabileceği, kimsenin istediği gibi haksız yaptırımlarla istikrarsızlık çıkarmayacağı bir dünya kurmanın insani ve ahlaki bir görev olduğunu bilinciyle oluşan bu imkanı iyi değerlendirmeliyiz.
Selam ve dua ile.