ÖZ’SÜZ SÖZLE NEREYE?

“Özü, söze getirmek demek; özü, söz ile dışarı çıkarmak demektir. Söz yöntemdir ama her yöntemin dayandığı bir öz vardır. Öz yoksa söz çoksa; müphemiyet ortaya çıkar...” İhsan Fazlıoğlu Hoca son konferanslarında, birçok alanda karşı karşıya kaldığımız durumun sonucunu ortaya koyuyor. Evet, söz önemli ve fakat özden gelmeyen söz ortalığı karıştırmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir, etmiyor da. Müphemlik; tam da bu ortaya karışık olarak ifade edeceğimiz belirsizlik halini, içinden çıkılamaz hale gelen durumu ortaya koyar. Bir meseleyi konuşurken ya da tahlil ederken, “ne” olduğunu, ne’liğini tespit edememe… Mesele burada; ortada soru/n olarak duran durumun “ne” olduğunu tespit edememe, yani bir yere sabitleyememe, bir yer ile bir sabite ile bir öz ile ilişkilendirmeden, bağlayamadan bir yere, bağlamsızlığına mahkûm olmaktır. Sonuç ; “ne” yi aradığı bilemediği için “buldukları” ile varabildiği yer dahası vardıkları ile yok olduğu nokta kaybolmaya götürüyor.   "Var'dan da, Yok'tan da önce ne vardı? Var'dan da Yok'tan da önce NE vardı! ... Ne, Varlık'tan önce (ve dahi öte) oluşuyla soruların sorusudur. Şu halde felsefe Ne sorusuyla başlar ya da başlamalıdır. Nitekim; Ni-çin (Ne-için), Ne-den, N-asıl( Ne-asıl), Ne-re-ye, Ne-re-den gibi temel sorular hep Ne'den çıkar ve ona döner. Varlık haddizatında ne-denini kendinde değil Ne'de bulur, ni-çin'ini de..." (Özkan Gözel; Ne- Varlık ve Hiçlik)   İktisadi alandan toplumsal alana, eğitimden hukuka, siyasetten dine hangi konuda konuşacak olursanız olun meselenin gerçekte “ne” olduğunu ortaya koyamazsanız varacağınız yer çözümsüzlük olacaktır. Tam da sorunu çözmek üzere çıktığınız yolda soruyu ve sorunu doğru tespit edememenin çıkmazında çözülürsünüz.   Ç/öz/üm “ne”dir! Çözüm; insanın yaşam içinde karşılaştığı sorunlar karşısında özün ne olduğu, özünün ne olduğunu bilme çabasıdır. Bu Böyledir; öz’den gelmeyen çözüm sorun olmaya mahkûmdur. Her çözüm arayışı; insanın nereye varmak istediğini, ulaşmak istediklerinin ne olduğunu bilme eylemine adım atmasıyla başlar.   Çözüm nedir?  Yaşamın karşımızda çıkardığı olaylarda ve sorunlarda her insan teki kendine bu soruyu sorar. Sorun olarak gördüğümüz şeyi soruya konu kılarız. Esasen soru konusu kıldığımız hususları, sorun ettiğimiz, mesele edindiğimiz için sual ederiz. Bir mesele bizim için soru konusu ise sorun ettiğimiz içindir. Ve insan en temelde meselesi kadardır. Mesele ile sual kelimesinin de aynı kökten geldiğini hatırlatalım. Tam bu noktada şunu ifade edebiliriz; çözüm nedir, sorusu soru/nun ve sorun/un ne olduğunun farkında olanlar için; insanın yaşam içinde kaybolmamak için bir arayış yöntemidir. İnsan burada, bu ara/da, bu dünyada başına gelen ve gelecek olanlara katlanabilmek için bir arayışın içinde olacaktır. İnsanın bu arayışı “ne” için olacaktır…   Evet, sözümüzün de çözümümüzün de bizi öz ile irtibattan uzaklaştırmaması gerekiyor. Ne demiştik: “Söz özü dile getirmeli, öz sözle dile gelmeli, sözü g-öz-el kılmanın yolu özle ilişkilendirmekten geçer. Öze ilişkin olmayan, özü ortaya koyamayan söz lafügüzaf olmaktan kurtulamayacaktır. Öyleyse sözü boşluktan, lakırdı olmaktan çıkarıp, kıymete büründürmek için özleştirmek, hakikatle, hikmetle buluşturup söylemek gerekecektir. Söz hakikate yol açmalıdır. Sadece söylemek mi? Elbette değil eylemek önce. Eylemsiz söylem özsüz sözdür.  Eylemin ve söylemin birlikteliğidir aslolan. Söz özden gelmeli ki kulağın ötesine geçebilsin, kalpten gelmeli yani, salt dilden gelen kulağın ötesine geçemeyecektir.  Tekrar etmekte fayda var: Soru “ne”dir ama muhakkak hatırdan çıkarılmaması gereken bir gerçek var ki oda: Cevap da nedir. Zira her şey “ne”den çıkar ve yine “Ne”ye döner. “Ne”, “ne-reden”, “ne-reye”, “ne-asıl” ve “ne-için” sorularına verilecek yanıtlar bizi “öz/ne” kılacaktır.”  Sahi öz/ne olabilmek için de “ne” olduğumuzu bilmemiz gerekecektir değil mi? İhsan Fazlıoğlu Hoca ile başlamıştık yine onun yazımızın başlığında bahsini ettiğimiz konuşmasının sonunda ettiği dua ile bitirelim: “Allah özümüzü ve sözümüzü korusun…”