HER DEM YENİDEN DOĞ/MAK
"Oysa tabiat her an bir oluş içindedir.
Bir var bir yok. Ölüm ve hayat iç içe.
Varlık ve yokluk aynı eksende. Tıpkı insan gibi...
Tabiat ile insan arasında özsel yani fıtri bir aynılık vardır.
Onun için tabiatta gördüğümüz bir huzur, bir kaos, bir kasvet bize yabancı gelmez.
Çünkü aynı şeyi biz de iç dünyamızda yaşarız.
Bu anlamda tabiata baktığımızda gördüğümüz biraz da kendi yanımızdır."
(Dursun Çiçek; Benim Dağlarım)
Yunus Emre, yüzyıllar öncesinden bütün zamanlar için var olabilmenin formülünü sunuyordu bize. “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası.” Zaman, mekân ve an her dem yeniden doğuştadır. Her an bir şen üzeredir hayat. Her sabah bize, yeniden ve yineden doğmamız gerektiğini hatırlatır. Nasıl her an bir şen üzere ise hayat ve her an nasıl yenilemekte ise kendini kâinat, bizim de hayattan geri kalmamamız için yeniden dirilişe ve yeniden doğuşa eşlik etmemizi ister... Zira insan da kâinat gibi sürekli bir oluş üzere olmalıdır, sürekli bir var ol/uş ile var olmalıdır...
Sabah en büyük umuttur insana. Gelir ve her gün yeniden öğretir; Karanlığın ardından aydınlığı müjdeler, gecenin ardından sabahı gösterir. Doğa, bize doğuşu gösterir. “Her dem yeniden doğ” der bize. Karanlığı aydınlığa çevirmenin yolunu gösterir. Var olabilmek için yanı başımızdaki güneşi fark etmemizi ister. Her dem yeniden doğmak için, her dem yeniden başlamak için, güneşi gösterir bize.
Biz yaşarken oluyor her şey, her dem yeniden yaratılıyor hayat ve biz yaşarken görüyoruz her şeyi. Ne yaparsak yapalım zaman avuçlarımızın içinden kayıp gidiyor. Kopuyor tufan; boğulanlardan mıyız, gemiye sığınanlardan mı? Atılıyoruz kuyuya; kuyudan çıkabilenlerden miyiz, kuyuya mahkûm olanlardan mı? Gömleğimizin yırtığı önden mi, arkadan mı? Kabil miyiz, Habil mi? Zamanın hüsrana uğrattıklarından mıyız, zamana anlam katanlardan mıyız? Bütün sorulara cevap esasen insanın kendini her an yeniden doğurmasında, her an yeniden doğarak bütün doğanın var oluşuna eşlik etmesinde gizli.
Doğ! Doğ/aya bak, doğ/al olanla bağ kur. Doğ/ayı d/uy, doğ/ayla uyumlu ol… Doğ ki usanmayasın yaşamın girdabından, doğ ki var olasın. Yeniden ve yineden doğuşlar için her an, her zaman ve her mekânda pencereler aç kendine. Bil ki; her an doğmaktan yoksun olan yaşama mahkûm olmaktır en büyük yoksulluk ve yoksunluk… Evet, azizim; var/ölüş halimizden, var/oluş halimize ulaşabilmek için bize bir pencere lazım. Hani demiştik ya azizim, pencere:penc/rah yani beşinci yol demektir. Yaşamın her alanında karşılaştığımız dört duvarın arasından kurtulabilmek için beşinci yol lazım bize... Ölmemek için olmak gerekecekti, var olmak gerekecekti, var oluş gerekecekti. Bizi öldüren zindanların arasından yeniden doğuracak, bizi âlemdeki bize, bizdeki âleme ulaştıracak bir pencere lazım...
İnsanın varlık içinde, var olan olarak, var oluşunu gerçekleştirebilmesi için; varlık, düşünce ve hareketi birleştirmesi gerekecektir. İnsan “var” olarak yoksunluktan kurtulacak, sadece biyolojik olarak bedenen doğmuş olduğu yaşamın içinde; yeniden “Diriliş”le hayat bulacak, hayat olacak dahası hayat sunacaktır. Elbette her şeyden önce var oluş için; “vecd” içinde var olmak isteyecektir... Varlıktan öteye geçebilme; işte var oluş burada başlayacaktır. Mikro âlem olarak makro kozmosla varlığını birleştirerek, kendinden büyük bir düzen fikri ile kendisi ile âlemi birleştirebildiği oranda birlemiş olur… Var olan olarak var edemeyeceğine göre; varlıkla bütünleşerek, var olan her şeye iştirak ederek, mutlak Var’a ulaşarak yeniden doğacağız…
Her dem yeniden doğmayan, kendini yeniden doğmaktan uzaklaştıran insan nereye varacaktır? Gökhan Özcan bize bir “Açık Pencere” sunacaktır, dinleyelim. “Önce insanın arızalanması, sonra arızalı insanın dünyayı da arızalandırması, varlığı kemirmesi, asırlardır tık demeden işleyen hayat makinesini bozması, peki ne olacak, ya bütün varlığın sahibi ilahi bir müdahaleyle düzene yeniden “ol” diyecek, ya da bırakacak, layığımızı bulacağız, neyi bozduğumuzu, neye cüret ettiğimizi, kendimizi ne sandığımızı acı bir tecrübeyle anlayacağız..."