ALLAH’IN İŞİNE KARIŞMAK

İnsanın içine düştüğü en büyük hatalardan biri Cenab-ı Hakkın “Vahdaniyet” sıfatını bütün incelikleriyle kavrayamamaktır. Şüphe yok ki kâinatın yaratıcısı ve yegâne sahibi bir ve tek olan Yüce Alllah’tır. İslam’ın temel inancı olan “Tevhid” anlayışı da budur. Bütün Müslümanlar buna inandıklarını her fırsatta dile getiriler. Ancak Allah’ın bir olduğu, bütün sıfatlarında eşsiz ve benzersiz olduğu birtakım incelikler de içermektedir. İşte bu ince noktalarda bir kısım müminler dahi hatalara düşmüşlerdir. Örneğin, Allah’ın “zulümden münezzeh ve mutlak âdil” olduğu düşünülürken, karşısında sanki başka bir hak sahibi daha varmış gibi vehmedilir. Oysa Allah, hak sahibi olmada da birdir, tektir; hakkın yegâne sahibi kendi Zat-ı Akdesi’dir. Bu nedenle her ne yaparsa yapsın, karşısında başka bir hak sahibi yoktur ki onun hakkını çiğnemiş olsun. Kullarına ve diğer tüm yaratılanlara yaptığı iyilikler, verdiği nimetler, onların hakları olduğundan değil, kendi lütuf ve ihsanıdır. Çünkü dileseydi hiç bir mahlûku yaratmayabilirdi; onları var etmesi dahi kendi kararı ve dilemesiyledir. Mahlûkattan her birinin haklarını da kendisi belirlemiş; dilerse hepsini varlıktan yokluğa sevk edebilir; karşısında “başka biri” bulunmadığından haksızlık da olmaz. O Yüce Yaratıcı, mahlûkatını çeşitli olarak yaratmış; dilediğini insan, dilediğini hayvan, dilediğini bitki veya cansız varlıklar olarak var etmiştir. Hiçbir hayvanın, “beni niçin insan yaratmadın?” deme hakkı olmadığı gibi, hiç bir insanın da “bana niçin farklı üstünlükler vermedin?” deme hakkı yoktur. Ahiretteki ilahî adaleti de bu açıdan değerlendirmek lazımdır. Bu nedenle Kur’an’da, mükâfat ve ceza konusunda “dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır” (Fetih, 14; Al-i İmran, 129) buyurarak Tevhid’e işareten “dilediğini” kaydını koymuştur. Kullar birbirlerine zulmeder ama Allah için “zulüm” kavramı düşünülemez. Çünkü zulüm, başkasının hakkına tecavüzdür; Allah’ın karşısında hak sahibi başka bir varlık yoktur ki onun hakkına tecavüz edilmiş olsun! İşte “Tevhid”i bu yönüyle kavramamış insanlar, Allah’ı bir taraf, mahlûkları diğer bir taraf olarak görmeye başlar ve sanki mahlûkatın da Allah’tan bağımsız hakları varmış gibi bir kuruntuya kapılırlar. Zaman zaman Allah’a ait işlere karışmaya cüret ederler. İnsanın diğer varlıklardan farklı olarak akılla donatılması dahi yaratıcının bir lütuf ve ihsanıdır. İnsanın bu üstünlüğü “mahlûk olması” itibariyle onu diğer mahlûklardan ayırmaz, Allah’ın karşısında –hâşâ– ayrı bir taraf konumuna getirmez. Bir okulda çalışkan ve başarılı bir öğrenciye öğretmeninin diğerlerinden farklı ilgi göstermesi onu öğrencilikten çıkarıp öğretmen ya da idareci yapmaz. Aynı şekilde insanın “eşref-i mahlûkat” durumunda yaratılması da ona ilahi bir özellik kazandırmamaktadır. Bu nedenle kendisini Allah’ın karşısında bir tarafmış gibi görmesi, sadece şeytanın ona verdiği hayali bir payeden ibaret bir tuzaktır. İnsanın Rabbine karşı nankörlük etmesinin ve kendi görevini bırakıp Allah’ın işine karışma densizliğinin temelinde bu hayali kuruntu yatmaktadır. Aslında başkasının işine karışmak insanların çoğunda bulunan bir zaaftır. Sürekli başkasının işine karışmayı adet edinen kimse, mutlaka kendi görevini ihmal edecektir. Çünkü sorumluluk bir yüktür, başkasının sorumluluğundaki vazifesine karışmakla hem bir iş yaptığını, hem de “nasıl olsa bu benim görevim değil” diye düşünüp sorumluluk yükünden kurtulduğunu zanneder. Böylece kendi görevindeki ihmalkârlık zamanla tembelliğe dönüşür. Bu tür insanların en fazla yaptığı hadsizlik, Allah’ın işine karışmaktır. Kur’an’ın indirilmesiyle Yüce Allah’ın insana tenezzül etmiş, onu muhatap almış, akıl, halifelik istidadı ve diğer tüm mahlûkların üzerinde bir üstünlük gibi meziyetlerle donatmıştır. İnsana verilen olağanüstü değer, ne yazık ki çoğu insanı şükür ve itaate sevk etmek yerine, nankörlüğe sürüklemiştir. “İnsan Rabbine karşı çok nankördür.”  (Adiyat, 6.) ayetinde buna dikkat çekilmiştir. Allah’ın işine karışmak şeklindeki haddini bilmemek, işte bu nankörlüğün sonucudur. Bu illetten kurtulmanın yolu: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Şura, 15) ayetine itaat etmektir. Ayrıca, “Efendine efendilik taslama!” emrine uyarak görevini hakkıyla ve titizlikle yapmaya koyulmalıdır.