SERBEST MİSİNİZ, ÖZGÜR MÜ?
“Kelime yara izidir.” Ne muhteşem bir tarif değil mi? Kelimeye dair bu harikulade tanımlama, İbn Arabi’ye ait. Sizde izi olmayan, sizde yarası olmayan, kendi kulaklarımızla duymadığımız, duygusunu hissetmediğimiz, kendi gözümüzle ve de özümüzle görmediğimiz, kendi aklımızla idrak etmediğimiz kelimelerin bize sunabileceği bir şey yok aslında. Gövdelerinizin üzerindeki, başka kafalarla düşündüğünüz, başka kulaklarla duyduğunuz, başka bir gözle gördüğünüz kelimeler hâsılı bizim yaramızı, kendi yaramızı ortaya koymayan kelimelerin ve dahi kavramların bize iyileştiremeyeceğini bizim bu kelime ve kavramlarla yaşamı kavrayamayacağımızı anlamak durumundayız. Bağımızın olmadığı ve bağlamından uzak olduğumuz kelimelerin, kavi bir şekilde kavrayamadığımız kavramların; bizi hayata bağlayamayacağını, iklimi ile bize sıcaklığını hissettirmeyen kelimelerle hayata tutunamayacağımızı idrak etmek durumundayız…
Yazımıza kelimelere yaklaşım bağlamında; çokça ifade ettiğimiz bir ser levha niteliği taşıyan böyle uzun bir girizgâhla başlamamızın sebebi, bu yazıya konu olan iki kelimenin bu bağlamda ele alınması gerektiği düşüncesidir. Serbest misiniz, özgür mü? Başlıkta bir tuhaflık olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Evet, serbestiz ama özgür değiliz. Ve esasen bizim “özgürlüğümüz” serbestliğimizde saklı.
Serbestiz ama özgür değiliz. Yok, yok; hemen öyle özgürlük düşmanı olduğumuzu falan düşünmeyin. İsterseniz konuyu açmak adına yazımıza konu özgür ve serbest kelimelerinin dünyasında bir gezintiye çıkalım. Serbest kelimesi Farsça kökenli; “ser” ile “best” kelimelerinin birleşiminden meydana geliyor. Kelime “baş” ve “bağlamak” kelimelerinin birleşimi ile başı bağlı olmak, başı bir yere bağlamak anlamında; Başı bağlı olmak; sanırım üzerinde durulması gereken husus tam da burası. Niye başı bağlı olmak? Başı bağlı olmak bir tür tutsaklık değil mi? İsterseniz sorumuza cevap niteliğinde zihin açıcı bir açılım ile başıboş olmak ile bir ilişki kuralım. Başı bağlı olmak; başıboş olmanın zıddı olarak okunamaz mı? O zaman başıboş olmamak için başı bağlı olmak gerekmiyor mu?
“Kendisini başıboş ve duruma göre terk edilmiş olarak görmeye meyleden insanların, aslında hür değil, yine kelimenin kök manası ile ser-best/başı bağlı olduğu ve insanın imkânlara, bağlılıklar üzerinde kavuştuğu hakikatini kendi asliyeti içinde düşünmeyi reddeden/inkar ve ihmal eden tavır, aslında insanın özü/hakikati ile ilgili bir hususu kendi asliyeti içinde kavramayı engelleyecek şekilde dikkate alması ve bunu kalıcı bir tavır haline getirmesi esas başarısı ve hakikati olarak gözükmektedir…” (Tahsin Görgün; Gerçekçiliğe Yeni Bir Çağrı, Editör: İbrahim Halil Üçer)
İnsanın yeryüzündeki bütün serüveni varoluş macerasıdır. Ve insanın varoluş macerası, kendisini ve bütün varlığı var edene bağlılığı ile başıboş olmaması, başı bağlı olmak ile ilişkili. Belki de insanı “dünya zindanı”nda boğulmaktan kurtaracak olan, gerçek manada “özgür” kılacak olan, başını belalardan koruyacak olan, kaybolmamak için, tutsak olmamak için Var edenin adıyla, Var edene bağlı olarak bir yol yürüyüşü ile ser-best bir hayat sürmesinden geçecektir.
İnsanın ser-bestliği, yolun başında, Yaratıcı’nın; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile muhatap alarak mükellef kıldığı insanın, O’na yakın ve O’na bağlı kalarak var oluşunu, Ol/uşa çevirebilmesidir. Zira biz insan olarak yalnız değiliz, başıboş bırakılmış değiliz, terk edilmiş değiliz. Bize bizden daha yakın olan yakın olmakla var olabileceğiz. Unutma sen bir kulsun o yüzden kulluğunla zıtlaşan bütün insani vasıflardan çık. Çık ki, Hakk’ın çağrısına icabet etmiş ve O’nun huzuruna yaklaşmış olasın. Ancak ve ancak Allah’a kul olanlar gerçekten hür ve serbest olabilirler. Allah’a kul ol ki özgür olabilesin.
Nereye varmak istiyoruz? “İnsan Tanrıya muhatap olduğunda özgürdür, Tanrı dışındaki bir şey tarafından muhatap alınmak ya da Tanrı dışındaki bir şeyi muhatap almak insan için özgürlüğün kaybıdır.” Evet, böyle diyordu İhsan Fazlıoğlu. Özgür olmak ile serbest olmak arasındaki farkın farkına varmak durumundayız. Bu bağlamda; birey olmak ile kul olmak, hak ile vazife arasındaki tavrımızdır yaklaşımımızı belirleyecek olan. Seküler, başıboş, ben merkezli, çıkarcı, sorumsuz ekonomik adamının “özgür” tavrı karşısına, yeryüzünde neye muhatap olduğunun bilincinde, hayat yolunu sabitelerinin eşliğinde kul olarak, vazifesinin mesuliyetini bilen ser-best şahsiyeti koyarak gerçek manada özü gür kılarak, özgür olabileceğiz. Onun için sözün başında sorduğumuz soru bağlamında, gerçek özgürlük için; “özgür” olma ser-best ol diyoruz…