HIRS VE İHTİRAS
Bir şeyi aşırı ölçüde arzulama, bencilce tutkun olma anlamına gelen Arapça kökenli ahlaki bir kavramdır. Aynı kökten türeyen “ihtiras” kavramı da eşanlamlı olarak kullanılsa da ikisi arasında ince bir fark bulunur.
Hırsın içinde öfke, kızgınlık, ihtirasta ise, haset ve kıskançlık vardır. Yöremizde öfkeye “hêrs” denilmesi bundandır. Hırslı hedefine öfkeli ve hızlıca ulaşma peşindedir. Ancak ihtiraslı kimse, acil olmasa da kıskanç bir duyguyla hedefine odaklanır. Başka bir deyişle ihtiras, planlı bir hırstır. Hırs, mal, makam, mevki gibi maddi ve manevi her alanda ortaya çıkabilir ancak ihtiras daha çok makam, mevki, aşk gibi manevi alanlarda kendini gösterir.
İhtiraslı olan kimseye muhteris denir. Her ikisi de kontrol altına alınmadığında hayatta tehlikeli olumsuz sonuçlara yol açarlar. Hırs, başkalarına zarar verdiği kadar, hırslının kendisini de tehdit eder. “Hırslıyı hırsı öldürür” atasözü, hırsın hayattaki tahribata yol açan tehlikeli boyutuna işaret etmektedir.
Hırsın zıddı kanaattır. Hırsın şanı acele etmek, kanaatin şanı ise teenni ve sabırdır. Bu dünya hayatında “Hak” isminin tecellisi olarak her şey teenni ve sabırla, bir sıralamaya konulmuş, ancak tüm basamaklar çıkıldıktan sonra hedefe ulaşılabilmektedir. Bu durum hırs ile asla bağdaşmaz. Bu nedenle hırlı gösterdiği şiddetli düşkünlüğe rağmen isteğine kavuşamaz, zarar eder. Hikmet ehli, bu duruma işaret etmek üzere, “hırslı her zaman kaybeden ve zarar edendir.” demişlerdir.
Azmetmek ile hırs birbirinden farklıdır. Azim hedefe ulaşmada kararlılık gücüdür ama uygun doğru yollardan hedefe götürür. Azimde sabır bulunur; sadece vaz geçmemek, usanmadan, yorulmaya aldırmadan çaba göstermek vardır. Hırs ise sabırsızlıkla yoğrulmuştur; bir an önce ne olursa olsun hedefine ulaşma tutkusu vardır. Hırsın temelindeki tahrik unsuru bencillik ve kibirdir, hırsı aktif duruma getiren "ne pahasına olursa olsun ben bunu yapmalıyım" düşüncesini doğurur.
Hırs, ateş gibidir; yaktıkça harlanıp alevlendiği gibi hırs da başkalarına zarar vermekle güçlenir ve alevlenir. Güzel ahlaktan olan azim ise, başkalarına zarar vermeyi aklına bile getirmemektir, kazara birine en küçük bir zarar gelse azim kırılır.
Hırs, tamamen yok edilemez ancak alanı değiştirilebilir, iman ve ilmin verdiği hilim ahlakıyla kontrol altında tutulabilir. Örneğin, helal haram demeden mal kazanma, makam ve mevki elde etme yerine, haramlardan hassasiyetle kaçınmada, sevap ve manevi rütbeler kazanmada, ilim elde etmede hırs kullanılabilir. Bu durumda hırs kötü ahlak olmaktan çıkar, ibadete sebep olan güzel ahlakın unsuru haline gelebilir. Ayrıca karşılıksız olan şefkatteki hırs da meşrudur, değerlidir. Demek ki hırs, meşru dairede kalsa zararsız, hatta yararlı olur. Peygamberimiz (ASV) ümmetini günahlardan ve cehennemden kurtarma konusunda hırs göstermiştir. Kur’an-ı Kerim peygamberimizin ümmetine hırslı oluşunu şu ayetle övmektedir:
“Andolsun, içinizden size öyle bir Resul geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size hırslıdır. Mü'minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128.)
Rahmetli babam, "Hırs her şeyde kaybettirir ama ilimde kazandırır" derdi. İlim tahsilinde hırslı olmamızı öğütlerdi.
Asrımızın büyük âlimlerinden Bediüzzaman, hırs konusuyla ilgili olarak, insanda binlerce hissiyat bulunduğunu, her birinin aşk gibi mecazî ve hakikî olarak iki mertebesi olduğunu belirterek, hırsın da bunun gibi iki mertebesi olduğuna dikkat çekmektedir. Zararlı konumdaki hırs için hırs-ı mecazî, faydalı duruma getirilmiş hırs için de hırs-ı hakiki tabirini kullanarak şöyle açıklamaktadır:
“Hem mala ve câha (makam, mevki, itibar) karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye (manevi mertebelere) ve derecât-ı kurbiyeye (Allah’a yakınlık dereceleri) ve zâd-ı âhirete (ahiret azığı) ve hakikî mal olan a’mâl-i salihaya (salih amellere) teveccüh eder (yönelir). Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.”
Bediüzzaman, hisleri yok etme anlamına gelen öğütlerde bulunan nasihatçıların bu zamanda etkisiz kaldığını, hırs gibi hislerin yok edilemeyeceğini, ancak yüzlerini hayırlara çevirmek gerektiğini de şöyle anlatmaktadır:
“İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: “Haset etme, hırs gösterme, adavet etme, inat etme, dünyayı sevme.” Yani, “Fıtratını değiştir” gibi, zahiren onlarca mâlâyutak (gücü aşan, güç yetirilemeyen) bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını (aktıkları yolları) değiştiriniz”; hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.”(insanın iradesiyle dilemesiyle yapabildiği gücünün yettiği sorumlu bir iş olur.) (Mektubat, Dokuzuncu Mektub.)
Hırs da sevgi, öfke, inat, merak gibi insan doğasında bulunan hislerden biridir. Onun fıtrattan çıkarılıp yok edilmesi, yani fıtratın değiştirilmesi mümkün değildir. Ancak akım yolu değiştirilebilir. Eğer hırsın yönü hayırlı işlere çevrilebilirse, muzır bir duygu olmaktan çıkar, yüceltici faaliyetlere merdiven olur.