NECİP FAZIL
Yıllar önceydi. Necip Fazıl aşığı bir arkadaş ile aynı evde kalıyorduk. Onun bütün dünyasını dolduran tek isim Necip Fazıl idi, benim ise Risale-i Nu...
Yıllar önceydi. Necip Fazıl aşığı bir arkadaş ile aynı evde kalıyorduk. Onun bütün dünyasını dolduran tek isim Necip Fazıl idi, benim ise Risale-i Nurlar. Ben günde belki altı-yedi saat risale okurdum o Necip Fazıl. Küçümserdim Necip Fazıl’ı, çünkü tanımıyordum ve tek ezeli hakikat risalelerdi benim için. Benim dünyamda siyah ve beyaz iki renk vardı, ara renklere yer yoktu. Risaleler beyaz, geri kalan her şey siyah hatta simsiyahtı. Zamanla o dostumun telkinleriyle ve elim bir platonik aşkın tesiriyle utanarak ve çekinerek Necip Fazıl’ın dünyasına adım attım.
Necip Fazıl ile uzun bir masalımız başladı böylece. İlk okuduğum kitabı Çile. Çoğu şiiri sabah namazından sonra sesli okuyarak ezberledim. Çile, Kaldırımlar, Zindandan Mehmed’e Mektup, Sakarya Türküsü, Otel Odaları, Aynalar bunlar hala canlı duruyor hafızamda. Sonra İslam Tasavvufu ve Batı Tefekkürü, Cinnet Mustatili, Kafa Kağıdı, Babıali, Namık Kemal, Reis Bey, Bir Adam Yaratmak, Tohum, Yunus Emre, Mukaddes Emanet, İdeologya Örgüsü, Son Devrin Din Mazlumları, Yeniçeri, Doğru Yolun Sapık Kolları, O ve Ben…
Necip Fazıl'ın tasavvuftan etkilenmesi beni çok etkilemişti. Zaten oldum olası tasavvufa karşı bir zaaf var bende. İslam Tasavvufu ve Batı Tefekkürü’nde hazretin sitayişle baştacı ettiği iki filozof vardı: Pascal ve Bergson. Bunu daha sonraları Peyami Safa, Yahya Kemal, Tanpınar, Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Nurettin Topçu, Mehmet Kaplan ve Erol Güngörde de görecektim. Ya hep ya hiç mantığı ile yaklaşırsak şiir dışında Necip Fazıl’ın en iyi eseri Bir Adam Yaratmak bence. Hatta eserdeki metafizik ürperti ve derin varoluşsal sezişler bakımından Hamlet’e eş diyebilirim. Ama kaç talihli farkında bunun?
En zayıf eserleri ise Yeniçeri ve Doğru Yolun Sapık Kolları kanaatimce. Keşke hiç yazmasaydı bunları! Mevdudi, Seyyid Kutup, Muhammed Abduh, Nurettin Topçu için söyledikleri isabetli ve hoş şeyler değildi. Cemil Meriç’in bu konudaki hükmü serapa hakikattir. Şöyle diyordu: “Necip sanatta çok tatlıdır ama ilmiliğe soyunduğu zamanlarda kusulacak gibidir.” Bir ara kendisini Baudelaire benzeten Nurullah Ataç’ı her fırsatta tartakladı. Necip Fazıl yüksek egoizmasının kurbanı oldu. Akif ve Abdülhak Hamit dahil hiçbir sanatkarı beğenmedi ve beklenen tek sanatkarın kendisi olduğunu ima değil ilan etti her defasında.
Onun için Mustafa Miyasoğlu gibi talabeleri ondan daha çok Tanpınar’ın izinden gitti. Gerçi ülkedeki varlık ve yokluk kavgasında sanatkar rebabını kıracak ve kavgaya karışacaktı ama bu maalesef sanatının aleyhine olacaktı. Necip Fazıl deha kıvılcımları taşıdığı için çok az kitap okumuştu ve kendisini sevenlere kendisinden başka kimseyi tavsiye etmiyordu. Okuyucusunu sadece kendisine bağlıyordu. Muhafazakar kesimde onun o baskın egoizmasına rağmen bir Sezai Karakoç, bir İsmet Özel çıkmasına çok şaşırmışımdır.
Necip Fazıl’ın takipçilerine ve sevenlerine aşıladığı yegane duygu: kesin iman, kesin eylem. Zaten yurt sathında verdiği konferanların adının “iman ve aksiyon” olması tesadüfi değil. Anadoluculuk, mukaddesatçılık işin cabası. Bu Yahya Kemal ve Tanpınar çizgisine nazaran daha radikal ve daha idolojikti. “Düşünün, okuyun, araştırın, gerekirse beni de sorgulayın” demiyordu. “Güvenin, inanın, itaat edin, teslim olun” diyordu.
Çok sonraları beyazımın dışındaki siyahları keşfettim yavaşça. Önce bizim siyahlarımızı sonra dünyanın siyahlarını. Cemil Meriç, Rıza Tevfik, Peyami Safa, Yahya Kemal, Tanpınar, Sabahattin Ali, Beşir Fuat, Abdullah Cevdet, Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Abidin Dino, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Yakup Kadri, Samiha Ayverdi, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Ahmet Altan bunlar bizim siyahlarımızdı. Dünyadaki siyahların birkaçı şöyle: Dostoyevski, Tolstoy, Hugo, Balzac, Turgenyev, Lamartin, Sartre, Camu, Nietzsche…
Bütün bu uzun ve yorucu okumalarım neticesinde Necip Fazıl’ın semadaki tek yıldız olmadığını yıldızlardan sadece bir yıldız olduğunu anladım. Ve gerçek düşünceye diyalektik ile, eklektik ile yani muhalifini okuyarak ulaşılabileceğine kanaat getirdim. Tesir altında kalmak çok doğal ama bu tesiri kendi seciyesine göre temessüle çevirmek şartıyla.
Belki tekrar olacak ama yine söyleyeyim. İslam dünyası İmam Gazali yerine İbn-i Sina çizgisini takip etseydi bugün belki çok daha farklı bir konumda olacaktı. Aynı şekilde biz muhafazakarlar Necip Fazıl yerine Cemil Meriç çizgisini takip etseydik bugün belki çok daha farklı bir noktada olacaktık. İkisi arasındaki fark salt hamaset ile halis düşünce arasındaki farktır.
(Şahin DOĞAN, Korona Günlükleri)